KÜÇÜK BİR GECE DENEMESİ
28 Aralik 2020 12:10:41
Hasan Hüseyin Yalvaç
Bilgisayar ekranına düşen karanlığı, odanın ışığını açarak yok ederken, klavyedeki harfler ve noktalama işaretlerinin tahrik etmesiyle yazı yazmaya soyundum yeniden. Çünkü, az önce bir başka yazıya başlamış, bir şiiri sonlandırmıştım. Bu bir hastalık haliydi, takıntılıydım yani. Her şeyi şiir olarak, yazı olarak görmek ve devrimci gibi yorumlayıp yazının içine oturtmak alışkanlığım olmuştu yıllardır. Aslında, pek paylaştığım da yoktu bu tür konuları uzun zamandır. Konuşmayalı, tartışmayalı zaman olarak saptanabilir belki, ama, beden bir ömür akıp gitmişti sanki dağlara, taşlara. Mecnun’un, Kerem’in, Ferhat’ın aşkları vardı ve aşkları da kendileri gibi ünlüydü. Bir de zengin sayılırdı o dağlar, o çöller benim değildi ki. Hatta tapuya bile gerek yoktu. Dağ deyince, Ferhat ile Şirin; çöl deyince Leyla ile Mecnun gelmiyor muydu akıllarımıza?
Birden yazıdan ışıktan, noktalama işaretlerinden ayrılıp, mutfağın karanlık camlarından gecenin yalnızlığını izlemeye ve yorumlamaya başladım. İzlediğimi hemen anladı gece. Çok samimi değiliz belki ama, yol arkadaşlığımız çok fazladır gece ve karanlığıyla. Konuşmasak da birbirimizi anladığımızdan bakışıyoruz. Bakışmalarımızın her türlü açılımı var. İsterseniz bir felsefe yolculuğuna çıkarsınız. İsterseniz bir gece buluşmasının konuşmalarını yinelersiniz içinizden. Bu tür bakışmaların zamanı, sizin anılarınızın9 çokluğuna ve gecenin sabrına bağlıdır. Gece ve sabrı da iyi anlamak gerekir. Yeri geldiği için vurgulamak gereği duydum. Uzun gece yolculuklarında ve çobanlık yaptığınızda bu sabrı mutlaka anlar ve içselleştirirsiniz.size korkutucu gelen, geceyi delen seslerin tanıdıklığı, sözünü ettiğim sabrı besler. Kulağınızı, içinizde titreyen korkuyla birlikte o derinliklere çevirir, sesin sahibini tanımaya çalışırsınız ve tanıyınca rahatlarsınız. Bu ses bir tilkinin de olabilir, sürüsünden ayrı düşmüş, korkusundan aklını yitirmiş bir karganın da. Burada önemli olan gece ve sabrı çözmüş olmaktır.
Mutfak camına yerleşmiş karanlığın içinden geçip uzaklara giden bakışım, bir falcı gibi doğadan haber vermeye başlıyor sanki. Şu karşısı, şu anda içkileriyle günlerini kurtarmaya çalışanların ağaç altları. Hemen ilerisi yol. Ara ara görünen ışıkların, geçen araba farları olduğu belli. Biraz daha ilerisi, zil karanlık olan yer. Çaresizliğin konuşulduğu, kimsesizlerin soluk alıp vermeye çalıştığı yaşlı bir mahalle. Haklarında, nereden gelip, nereye gittiklerine ve sonrasında buraya yerleştiklerine dair bir sürü dedikodu var. Önemli değil. Dedikodular karın doyurmaz ama iyi bir zaman hırsızıdırlar. Gözlerim yuvalarından çıkıp gitmiş, habersizim. Gördüğüm salt simsiyah bir karanlık. Sesler de duyulmuyor. Acaba gözlerimle birlikte kulaklarımda mı çekti gitti, terk etti beni?
Dalıyorum bilinmeyene.
*
Her şeyi ilk haline getiriyorum. Bilgisayarın ekranı, klavye ve sürekli devinen aklım. Şu anda benim dışımda kimler neler yapıyor? İnsanlar yaşamlarını veya düşlerini kayıt altına alıyorlar mı? Bu kayıt altına alışlarında, eski anılarını da devreye sokarak yeni bir harmanlama yapıyorlar mı acaba? Yoksa tüm bunları boşuna mı konuşuyorum?
En iyisi yeniden söndürüp ışığı, kapatıp bilgisayarı ve de susturup aklımı greve gitmek.
Savcılığa duyurudur: ölürsem katilim yazma aşkıdır bilinsin.
ETİKETLER : Yazdır
Yorumlar
Yorumlar, editörlerimiz tarafından onaylandıktan sonra yayınlanır. Kanunlara aykırı, konuyla ilgisi olmayan, küfür içeren yorumlar onaylanmamaktadır.
Henüz bir yorum yapılmamış