SARAY, TEKİRDAĞ, KÜLTÜR VE KÜLTÜR MERKEZLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
15 Eylül 2020 10:25:54
Hasan Hüseyin Yalvaç
“Salim Gündüz Arkadaşa”
Birey, toplumsallığı içerisinde yer almıyorsa, alamıyorsa, bulunduğu koşullar onu cahilleştirecek ve sonrasında çürütecektir. Bu bir razılık sorunu değil, yaşam içindeki yol haritasını çizme sorunudur. Bir anlamda yürüdüğün yolu ve yürüme hızını bilip hedefe varışını hesaplayabilmek eylemidir. Anımsarsan konuşmalarımızda en çok sözünü ettiğimiz konu, ‘işini iyi yapmak ve paylaşımcı bir ruh haline sahip olmak’ eksenliydi. Bu eksen paydasına taşınabilirse insanın yeni kimliğine çıkan bir yol daha bulunmuş olur. Yoksa kapitalizmin içinde anlamsızca debelenip dururuz. İnsanın gerçek kimliğine ya da bizim istediğimiz kimliğe taşınması için birçok şeyi yüklenmesi gerekecek. Yani cahillikten, çürümeden kurtulmak eylemleri. Zor işler, elin taşın altına sokulması cesareti ve bilinci. Bu işlerin ilk basamağı olarak düşündüğüm kültürlenmek üzerine düşüncelerimi aktarmak istedim. Bu işi salt şiir, roman, resim gibi düşünmeyelim. Kültür sözcüğünden hareket ettiğimizde, ‘kültür akımı’; ‘kültür balıkçılığı’; ‘kültür bitkileri’, kültür çatışması’; kültür mirası(kalıtı)’, ‘kültür göçü’; ‘kültür varlıkları’, ‘kültür sarayı’; ‘kültür merkezi’ ve ‘kültür şoku’ gibi birçok söylemle karşılaşırız. Yani hareket alanımız geniş. Yaşama kadar ve hatta ötesinde bile varlığı var diyebiliriz.
Sözlüklere başvuralım ve oradan kültür üzerine düşüncelerimizi sürdürelim.
Hars, Ekin, Ekinç şeklinde de söylenen sözcüğü, yaygın olarak kullanılan Fransızca kökenli, ‘kültür’ olarak kullanacağız bu yazıda. ‘Ekin’ biçimiyle kullanımını da çok uzak tutmuyoruz. O da bilinsin. “ Bir topluluğun tinsel özelliğini, duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının tümü; Gerekli bilgileri edinerek beğeni, eleştirme ve değerlendirme yeteneklerini geliştirmiş olma durumu; Belli bir konuda kazanılmış geniş ve düzenli bilgi; Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü. Şeklinde tanımlanan kültürün önemi sanırım daha da dikkatli ve hızlı bir şekilde öğrenilmek zorunda. Başka bir tanımı da sözlüklerden aktarıp düşünme jimnastiğimizi sürdürelim. Kültür Sarayı, Kültür Merkezi: İçinde kültür etkinlikleri için ayrılmış salonlar, kitaplıklar, işlikler v.b. bulunan büyük yapılar olarak tanımlanmaktadır. Burada küçük bir edebiyat yapalım: Binaların görkemi içinin boşluğunu gizleyemez. Bu boşluk yazımızda çok yer alacak.
*
İlçemiz Saray’da yapılmakta olan kültür merkezi ve ilimizin başka ilçelerinde yapımı tamamlanan ve açılışı yapılan kültür merkezleriyle ilgili çok detaylı bilgiler edinemedim. Bu detaylı bilgilerin içinde oralarda yaşayan kültür insanlarının olmayışı etkili olabilir mi edinememişliğimde? İyi kötü ülkemin yaşadıkları yere göre şair ve yazarlarını tanırım ve bilirim. Ki yaşadığım yöre ise gayet doğal olarak bilgi alanım içerisindedir. Böyle toplantıların yapılmadığı güçlü bir olasılık. Basından, sosyal medyadan duymasam bile iletişimde olduğum arkadaşlar aracılığıyla mutlaka duyar ve bilgi edinirdim. Buradan ilk anda şöyle bir sonuç çıkıyor: atanmış ya da seçilmiş yöneticilerle kültür insanları arasında ciddi bir kopukluk var. Bu kopukluk doğal olarak bulunulan çevrenin kültürel etkinliklerinin sağlıklı yürümesini etkiliyor ve engelliyor. Bir noktayı daha vurgulayarak düşünmemizi sürdürelim. Burada birileri haklı, birileri haksız anlamında bir saptamam yok. Kendilerine göre herkes haklı herkes haksız gibi uzlaşmaz bir saptamayı da ortaya sürmek istemiyorum. Ama bir şey çok net: gittikçe bilgiden ve kültürden uzaklaşıyoruz.
*
Kimilerinin arkadaşlarını, çömezlerini aracı ederek, imza toplatarak ya da başka yöntemlerle kendi adlarına sokak istemeleri veya kitaplarını sattırmaları; satış olunca iyi, satış olmayınca kötü gibi suçlamalar yapmaları bilinen bir şey ama kültür merkezleri için yapılacak çalışmalarda, böyleleri var diye kültür insanları devre dışı bırakılamaz. Zaten kitapsız (kitabı yayımlanmamış) diye ‘sen şair, yazar değilsin’ denilemeyeceği gibi, kitabı olunca da şair yazar olunmuyor. Bunun saptaması da bir birikim, kültür sorunu. Ayrıca daha çok önem verdiğim bir nokta, yaşamın bütünselliği anlamında, doğanın kültür yapısı (florası, faunasıyla) öncelikle incelenmeli ve değerledirilmeli. Bu değerlendirmede halkın öncüleri devreye sokulmalı. Ve çok daha önemlisi Cumhuriyetimizin kuruluş dönemlerinin eylemleri tekrar tekrar kamuya anlatılmalı, öğretilmeli. Bir başka nokta da, kültürel miras hiçbir zaman göz ardı edilmemeli.
*
Örneğin Saray’da mantarcılık, ayçiçekçiliği, meyvecilik bir kültür konusuna taşınabilir mi? Bu konuda yapılacak çalışmalar var mı? Biraz önce değindiğimiz gibi bitki örtüsü, ağaçları, çiçekleri ve hayvanları incelemeye alınıp saptamalar yapıldıktan sonra kültürel mirasa dönüştürebilmek için bir kültürel yerleşiklik yapılamaz mı? Tekirdağ ve tüm ilçeleri bu eyleme dahil olduğu gibi tüm Trakya ve ülkemin tamamı bu eyleme dahildir. Anımsanmalı eskiden yayımlanan ‘İl yıllıkları’ ve oradan kamuya ulaştırılan bilgiler. Elbette bu sorunların çözümü ve sağlıklı bir yere oturtulması salt seçilenlerin ve atanmışların işi değil. Bu eylem ve sağlıklı sonuç anacak toplu çalışmayla elde edilir.
*
Daha önce birkaç kez yazmıştım yeniden anımsatayım. Örneğin Ülkemiz köy enstitüleri yörelerine göre kayıt altına alındı mı? Yetkililer bu konuda bir çalışma yaptırdı mı? Yine ülkemizin sanatçıları doğdukları yere, yaşadıkları yere göre saptandı mı? Saray ilçesi Sevim Hamdi Alp’i, Yusuf Asıl’ı (bilinen örnek diye aktardım) kayıt altına aldı mı? Yeni yapılmakta olan kültür merkezinde bu değerlerimiz hakkında ne düşünülüyor acaba? Lüleburgaz, Cahit Irgat, Mehmet Başaran, HLüseyin Kenan Görenle’le; Edirne, Şevket Süreyya Aydemir, Necdet Tezcan’la; Kırklareli Niyazi Akıncıoğlu’ya; Çorlu Seyyit Nezir, Mustafa Sancar’la tanışıyor mu? Bu listeyi uzattıkça uzatırım. Salt kapı açmak istedim. Yani işimiz çok ve uzun.
*
Salim kardeşim konuştuğumuz gibi işimizi severek yapalım ve çıkarımızı toplumsal çıkar içinde görelim. İnsan rahatlığı, o koşullarda daha iyi anlaşılacak. Şimdi aklıma geldi Saray’da bir duvar yazısı okumuştum: Sen gülüyorsun ordaki sanat. Bakma, görme ve anlama sorunu eylemin özü. Benim iki gözümden biri kör, kulaklarım da az işitiyor. Ama görmek istediklerimi görüyor, işitmek istediklerimi işitiyorum. İnsanlar birbiriyle konuşmaktan korkuyor. O zaman gitsin bitkilerle, hayvanlarla konuşsun da birbirlerinin kıymetini anlasınlar. Yine tekrarlıyorum insanlarla da konuşalım, bitkilerle, hayvanlarla da. Çünkü ortada bizi çürüten bir bela var.
Sözü şöyle bağlayayım Salim kardeş: Düşün dağların, taşların, yani doğanın tüm yabani meyveleri aşılanmış, hayvanların, insanların karnı doymuş ve doğa bas bas bağırıyor: siz bana bir bakın ben size bin bakayım.
Saray, Tekirdağ yani tüm ülkem için kültür ve kültür merkezleri için düşünmeye devam ediyorum. Zahmet olacak ama siz de düşünün.
Saray, 13 Eylül 2020.
ETİKETLER : Yazdır