İŞTE DURUM? BU BİR AÇIK OTURUM?
04 Agustos 2011 11:46:08
(Sorular yanıt bulsun diyerek ) ()
Devletin tekerine çomak sokulursa
Saygıdeğerokuyucularımız;
AKP iktidarıyla birlikte, devlet mekanizması içinde yer alan kurumların yöneticilerinin belirlenmesinin sorun, gerginlik ve kriz oluşturması artık alışılmış bir hale dönüştü. Bu durum, gerginlik siyasetinden beslenen iktidar için bulunmaz nimet oluyor. Kurumlarla ve onların işleyiş teamülleriyle bilek güreşine tutuşan iktidar, tabiatıyla bu kapışmaların galibi oluyor. Böylelikle “zafer üstüne zafer” kazanan iktidar ülkeye ne kadar hakim olduğu konusunda gövde gösterisi yaparken sonuçta zarar görüp yıpranan o kurumlar ve dolayısıyla devlet oluyor. Mübarek Ramazan ayına kavuştuğumuz bu günlerde dileriz, siyasi hırslar değil aklı selim galip gelir. Ülkeyi yönetenler bu “yalancı zafer”lerin sarhoşluğuna kapılıp milleti telafisi mümkün olmayan zararlara uğratmazlar. Bu vesile ile tüm okuyucularımızın Ramazan-ı Şerifini tebrik eder başta milletimiz olmak üzere hayırlara vesile olmasını niyaz ederiz.
Başbakanın yeni sloganı
Sayın Başbakan, “İsraf ekonomisinden kurtulur, verim ekonomisine geçersek kriz bize teğet bile değmez” diyor. “İsraf Ekonomisi” ve “Verim Ekonomisi” kitaplarının yazarı olarak, Türkiye’nin o günkü şartlarında büyük ilgi görmüş ve bu gün bile derde deva olan bu eserlerin Son Sözümün Sayın Başbakan tarafından hatırlanılması beni mutlu etti. Mutluluğum, acaba Sayın Başbakan Türkiye’yi tüketen, uyguladığı ekonomik modelden vaz mı geçiyor noktasındadır? Zira kendilerinin ekonomi modeli, “İnsansız ve insafsız ekonomi” dir.Daha iki ay önce; IMF Projeksiyona göre Türkiye, GSYH hesabıyla 2012 - 2016 döneminde 17. büyük ekonomi olacaktı. Ülkemiz GSHY’si bu süreçte 876,6 milyar dolardan rakamla 1 trilyon 159,2 milyar dolara çıkacaktı. Ancak yeni tedbirlerle, Türkiye, Hükümetin seçim propagandalarında belirttiği gibi, 2023 yılında ilk 10 ekonomiden biri olamayacak, bizzat hükümetin uygulamaya koyduğu politikalar buna engel olacaktır.Sayın Başbakan, “İsraf Ekonomisi” den kurtulmak için önce, israf zihniyetinden kurtulmak lazım geldiğini herhalde kabul eder. Ne yazık ki Hükümetin asırları aşan tecrübe birikimine sahip Devlet kurumlarıyla kavgası sürüyor. Son olarak Genel Kurmay Başkanı ve Jandarma hariç Kuvvet Komutanlarının istifası kim ne derse desin Orduyu yaralayan, Hükümeti yıpratan bir halkadır. Çünkü bu Hükümet Üniversite, Yüksek Yargı Organları,muhalefete cesaret eden basınla kavgalıdır. Akıllı liderler toplumun temel yapısını ve değerlerini yıpratmaktan kaçınmalıdır. Çünkü bu yoldaki girişimler önce cemiyeti, sonra da devleti zaafa ve yıkıma götürür. Eskilerin tabiriyle Hikmet-i hükümet dengedir, adalettir, objektif olmaktır.
TSK’yı kim cezalandırıyor?
TSK’daki istifalar, ABD’nin, Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde, İslâm dünyasını dönüştürme stra-tejisinin Türkiye’ye yansımalarıdır. ABD, Türk Ordusu’nu, İslam dünyasında acil müdahale gücü ola-rak kullanmak istemektedir. Türkiye’nin Mısır, Libya ve Suriye olaylarında açıkça isyancıları desteklemesi, ABD’nin isteklerinin yerine getirildiği anlamını taşır. Kıbrıs’ta milli çizgiye dönüş zannedilen politikanın arkasında da Amerikan desteği vardır. Ekonomisi çök-müş olan Yunanistan, AB tarafından rehin alınmıştır. Rum kesimi AB egemenliğindedir. Buna karşılık NATO ülkesi ve ABD’nin bütün isteklerini ye-rine getirmekte olan Türkiye’nin adadaki askeri varlığı, ABD’nin varlığı anlamına gelmektedir. Zaten Birinci Kıbrıs Barış Harekâtı da ABD desteği ile yapılmıştı.
Şimdi ne olacak?
Geçen hafta Türkiye gene hızlı gündem yaşadı. Bazılarına göre bunlar arasında en fazla ses getiren.Komutanların toplu halde istifaları oldu. Kusura bakmayın ama beni hiç mi hiç etkilemedi. Eminim Tayyip Bey’i de. Neden mi? Anlatayım.Eğer 50 yıl öncesinden yanlış hatırlamıyorsam, Harp Okulu’nda gecikmiş saldırı ve savunma en kötü şeydir demişti bizim taktik hocamız. Bu eğer saldırı ise geç kalmış bir saldırı, yok eğer savunma ise geç kalmış bir savunma. Başlarına torba geçirildiğinden başlayıp teker teker tüm arkadaşları içeri alınırken susup da tam tümünün köküne kibrit suyu dökülecekken böyle bir atak yapmaları bu aşamada Erdoğan ve ekibinin elini daha fazla kuvvetlendirecektir. Gene aynı teoriden, bu savunma da işe yaramaz. Basını satın almış, sermaye tir tir titriyor, işçi sendikaları kurulan yandaş sendikalara devredilmiş ve toplum örgütleri de onlardan yana. Tam bir korku imparatorluğu. Kim bu konuya tepki gösterecek? Gençler konuyla ilgilenmiyor; onların düşünceleri bambaşka...Memur, işçi yerinden endişeli, hemen sürülür maazallah. AKP iktidarı hiç affetmiyor. Polisi, savcıyı artık söylemeye gerek yok. İstedikleri yönde karar vermeyen hâkim alınıyor, yerine söylediklerini yapacak olan getiriliyor. İş adamı sesini çıkardı mı vergi borcu, sigorta borcu. Çiftçi yılgın, halk yılgın. Bir de hani göz bebeğimiz diye mangalda kül bırakmadığımız Silahlı Kuvvetlerimiz var ya, ne hikmetse herkes sıraya girdi ensesine şaplak patlatma arzusuyla. Çünkü nedense herkesin askerden bir kuyruk acısı var. Kim bilir kaç defa marş marş yediler, kaç defa mıntıka temizliği yaptılar? Kaç defa nöbette uyurken yakalanıp fırça yediler? Şimdi herkesin kuyruk acısı çıkıyor. Neymiş, andıç varmış da gazetecileri basın toplantısına çağırmamışlar. Yapmayın Allah’ınızı severseniz. Evinizde bir toplantı yapsanız, bir Cengiz Çandar’ı, Hasan Cemal’i, Altan ailesini, Yasemin’i falan davet eder misiniz? Ayrıca bunların gazetecilik dışında başka şeylerin peşinde olduğunu da hele biliyorsanız. Şimdi ne olacak? Ne olabilir, giden kadro bizim Harbiye’den ayrılmamızdan sonra gelen ilk devrelerden. Bakın ABD bile Türkiye’nin iç işi falan demiş. Yani onların büyük katkısı var demektir. Zira Türkiye’nin iç işi ABD’nin milli çıkarlar meselesi demektir. Elinden kontrolü bırakamaz.
Sonra sıra öğretmenlere, doktorlara, hâkimlere gelecek. Hoş doktorlardan intikam almaya da başladılar ya. Nasıl olsa artık birbirine düşman bir toplum haline geldiğimiz için sizlere pek garip gelmez. Birkaç gün gündemde kalır, isimler yenilenir ve sonra gelsin ahlak ve din polisleri. Onu da şimdilik belediye zabıta uygulamalarıyla başlatmadılar mı? Ama bu gerçeği de görün artık o görmeyen gözlerinizle. Ne diyor Tayyip Bey ekonomi konusunda, teğet bile geçmeyecek. Haklı, sizler ha kazığı yemişsiniz ha yememişsiniz. Öylesine afyonlanmış durumdasınız ki ne olup bittiği umurunuzda bile değilBoş verin sizler böyle gayriciddi konuları, nasıl olsa Tayyip Erdoğan sizin yerinize düşünüyor ve sizler de zaten onunla gurur duymuyor musunuz?
Demokratikleşme mi, devir-teslim mi?
Pazar günü yazımı, Genelkurmay ve kuvvet komutanlarının istifasından önce yazmıştım. Ama, başka bir vesile ile asker-sivil iktidar ilişkileri üzerine Çiller dönemine bir gönderme yapmıştım. Son olay üzerine yapılan bazı yorumları okuyunca durumun vahametini bir kez daha gördüm.İstifalar konusunda, kendine demokrat diyen herkesin üzerinde anlaşacağı tek şey ‘eskiden olsa darbe yaparlardı, şimdi istifa ediyorlar’ olabilir. Ama, bence bu bile fevkalade tartışmalı bir yorumdur. Daha doğrusu, ‘darbe yapmaya kalkışırlardı’ olabilir. Bu ülkede, ‘ordu’nun dünya sisteminden ve sınıfsal yapıdan bağımsız bir kurum olduğuna inanmak için hiçbir neden yok. Özellikle 12 Eylül rejiminin adamakıllı bir analizini yapabilen herkes bunu gayet iyi görür. Ama zaten, tüm siyasal tartışma, 12 Eylül sonrasını nasıl tahlil ettiğimize bağlı.
Ordunun sivilleşmesi
12 Eylül rejiminin ardından iki temel yaklaşım, bu tahlili yapmaktan ısrarla kaçınıyor. Bunlardan biri, yeni formlara bürünen, yolu ulusalcı solla buluşan Kemalist yaklaşım, diğeri de sağ-muhafazakâr yaklaşım. Liberal, demokrat ve bazı sol yaklaşımlar ise, Kemalizm’den uzaklaştıkları noktada, sağ-muhafazakâr yaklaşımlarla buluştular. Asker-sivil çatışmasının, siyasi tartışmanın ‘ana ekseni’ olarak sabitlenmesi bu çerçevede gerçekleşti. Şimdilerde, bu çerçeve çarpık bir ‘demokrasi dogma’sı halini aldı. Öyle olduğu için, ordunun sivil iktidarın denetimine geçmiş olması başlı başına demokratikleşme olarak tanımlanabiliyor. Hatta, daha dün, mevcut iktidarın 2002 seçim başarısını, hazmedemeyen, ‘daha kaliteli bir demokrasinin halka rağmen kurulmasını talep eden’ adam, ‘ordunun sivilleşmesi’ üzerine kompozisyon ödevi yazabiliyor. Ama, bu türden oportünizmleri bir yana bırakalım, zira konu ciddi.AKP iktidarının, sağ-muhafazakâr bir iktidar olması hasebiyle, ülkeye demokratikleşme adına hiçbir mesafe kat ettiremeyeceğini veya kat ettirmediğini iddia etmek de başka bir saplantılı yaklaşımdır. Hiç değilse, bu iktidar ile, toplumsal desteği güçlü bir siyasi iradenin, toplumun bazı talepleri önüne dikilen engelleri nasıl aşacağı görüldü. Çok şükür, laiklik adına, irtica tehdidi öcüsü ile ‘sindirme’nin devri geçti. Bu bile önemli bir adımdır. Ancak bu adımın devamı, başka özgürlüklerin önünü açmak yönünde seyretmedi. Sağ-muhafazakâr bir iktidarın özgür-lükler perspektifinin doğal sınırları bu olabilirdi, ama demokratikleşme yönünde yeterince talep, itiraz, eleştiri güçlü bir ses oluştursa, böyle olmayabilirdi. Sıtmaya razı olmak. Bu noktada, en büyük veballerden biri kendine ‘demokrat’ diyen çevrelerin çoğunun üzerinedir. Zira, gelinen nokta, iktidarın her yaptığını ‘demokratikleşme’ adına alkışlamak, her itirazı ‘statükoculuk’ diye yaftalayıp, sindirme çabasına canı gönülden destek olmanın sonucudur. Darbecilik, statükoculuk ölümünü gösterip, sıtmaya razı olmak, razı etmektir. Bu böyle giderse, sıtma nöbeti içinde yaşayıp gideceğiz.
Konuşan fotoğraf
Yüksek Askeri Şûra, yüksek komutada yaşanan depremin sonuçlarını dahi unutturacak kadar önemli bir değişimin işaretini vererek başladı.Bu YAŞ “ilklerin YAŞ’ı” diye anılıyordu.Çünkü bir üyesi (Orgeneral Balanlı) tutuklu olduğu için toplantıya katılamıyor, bir başka üye Ege Ordusu Komutanı (Orgeneral Taşdeler) savcının yakalama talebine rağmen YAŞ’a katılıyor.Ama ilklerin başına o fotoğraf geçti. Dün orada Tayyip Erdoğan Başbakan olarak tek başına oturdu!Bu durum, iktidarın yaşanan krizi yeni bir mevzi kazanmak amacında fırsat olarak değerlendirdiği anlamına çekilebilir mi? Yasa YAŞ’a Başbakan’ın başkanlık edeceğini, onun bulunmadığı oturumlarda bu görevin Genelkurmay Başkanı tarafından yerine getirileceğini yazıyor.Türkiye karar verecek Doğunun Batısı mı olacağız yoksa Batının Doğusu mu?Bu soru “Gösteriş mi yoksa içerik mi daha önemli?” diye de sorulabilir.Eğer Batı demokrasilerinin ortağı olacaksak doğrusunu yapacağız.Yaşanan son kriz şu gerçeği öğretmiş olmalı: Genelkurmay Başkanı’nın, personelinin hak ve hukukunu koruma sorumluluğunu yerine getirme konusunda yetersizliğe düşmemesi her şeyden daha önemlidir.Orgeneral Koşaner başkanlık kürsüsünü Başbakan’la paylaşan bir Genelkurmay Başkanı idi ama yüz yüze geldiği zorluklar onu önünde daha iki yıl bulunduğu halde bırakıp gitmeye mecbur etti.Temenni ederiz ki istifa krizi ve getirdiği yeni düzen iktidara ve Başbakan’a sorumluluklarını anlaması bakımından uyarıcı olsun. Sivil yönetimin askerle çatışma halinde olduğu görüntüsü artık son bulmalıdır.Bunun ilk şartı, yargı eliyle baskı uygulamaktan vazgeçilmesidir.
------------------------------------------------------------------------------
() Yazar adları bende saklı. Merak eden için Yeniçağ, Milliyet ve Vatan gazetesi
Köşe yazarlarına bakması yeterlidir)
Dip not : Bütün görüşlere saygılı olarak, altına ben de imzamı atıyorum. Yazarların hoşgörüsüne sığınıyorum
ETİKETLER : Yazdır