OKUDUĞUM KİTAPLAR-17
18 Haziran 2012 18:16:21
İnsan, yaradılmışların en gelişmişdir. Düşünür, sorgular, okur, yazar, beyin terini akıtır ak kağıtlara. Onu soylu kılan yanı da emeğidir: Çünkü üretir…Az gelişmiş ülke insanının en ucuz emek gücü olduğu tarih boyunca görülen sömürge ülkelerindeki yaşam biçimidir.. Bir örneği de yurtdışına göçen işçi kardeşlerimizdir. Onları en ağır ya da en kötü işlerde çalıştırıldığı söylenirdi. Yurda gelince hissetmezdik bunu. Daha iyi işlerde çalışanlardan dinlerdik…
En son Toplu sözleşme görüşmelerinde yaşanan durumu gör-dükten sonra; hele de Alman-ya’da 2.4 wnflasyona karşın verilen zam-mın %4.1 olduğunu okuduktan son-ra; ülkemizdeki emekçilerin ( sen-dikaları olmasına karşın) hem iktidarlarca, hem de sendikalarca sömürüldüğünü rahatlıkla söyle-mek zorundayım.
Bir köşe yazarının dediklerine bakın:
“Bizim Çalışma Bakanı Faruk Çelik kadar kıvrak bir siyaset ve devlet adamı “dünya yüzünde” henüz görülmemiştir dersem, sanırım “Sayın Bakan” bana hak verecektir.Bu ne yaman kıvraklık!1 Mayıs’ta Marksist oldun! 15 Mayıs’ta Muhafazakâr!Önceki gün 2.6 milyon memur ile 1.8 milyon memur emeklisi için “toplu söz-leşme masasına” işveren tarafı olarak oturan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik,
“1 Mayıs emekçi bayramında” Tandoğan Meydanı’nda kürsüye çıkmıştı. Sözleriyle emeği yüceltmişti. Emeğin bayramını başlatmıştı.1 Mayıs, dünya komünist ve sosyalist partilerinin üyesi bulunduğu II. Enternas-yonal’de “dünya emekçilerinin (işçiler-memurların) dayanışma günü” ilan edilmiş emperyalizme ve emek düşmanı iktidarlara karşı sınıf mücadelesi bayrağını yükseltme bayramı yapılmıştı. İşte bu bay-ramda bizim Çalışma Bakanı, meydanı dolduran işçiler, memurlar, emekliler, komünist aydınlar ara-sında Ankara’da Tandoğan Mey-danı’na gelmiş, kürsüye çıkarak “emek düşmanı iktidarlara karşı sınıf mücadelesi bayrağının yüksel-mesine” omuz vermişti. Memurlar ile işçiler onu; “Yaşa Bakanımız, bizden biri gibi konuştun” diyerek alkış-lamıştı…”
Aynı bakan, topu hakem heyetine havale ettikten sonra şöyle diyordu: “Zam veriyoruz, grev yapıyorlar.”
İki haneli enflasyon varken, 3+3,5 zam mı olur? Sonuçta Tayyip Bey buçuk ekledi, ardından hakem heyeti &4+4 diye kestirip attı. Sen-dikalar itiraz etse de, timsah göz yaşı döküyorlar aslında. Her dö-nemde böyle olmuştu zira…İş güvenliği yasası 1 yıldan önce çıkmayacakmış. İş kazalarında artan ölümler, bir daha olmasın denilerek geçiştiriliyor. Hâlâ ceset-lerine ulaşılamayan işçiler var. Sağ-lıksız koşullarda çalıştırılmaları da cabası. Kendilerine gelince bir-kaç günde ya da saatte çıkarabiliyorlar isteyince…
PAZAR OKUMALARI
Her günkü yoğun haber ve yorum izlemekten sıra gelmiyor yazar-kitap-edebiyat okumalarına. Bu Pazar biraz de edebi-devrimci-siyasi bağlamda entel takılmak istedim. Bu yazım bunlardan oluşacak. Umarım hoşlanırsınız.
• İlk okumam Doğu Perinçek’ten :
“Her insanın başından geçenlerde, toplumsal sürecin ayak izlerini bulabilirsiniz ancak öyle insanlar vardır ki, onların hayatı, yaşanan tarihin bütün dönüşüm ve dalgalanmalarını bire bir yansıtır. Kemalist Devrim, Talip Apaydın‘ı Beypazarı’nın Kapulu köyünde öksüz ve yoksul bir çocuk olarak bulur. O, üvey annesinden ve yoksulluktan kurtulmak isteyen çocuğu, yalnız ve yalnız bir devrim, Talip Apaydın’a dönüştürebilirdi.İşte devrim budur! Feyziye Özberk‘in “Ortakçının Oğlu Talip Apaydın” başlıklı kitabını okurken, Atatürk Devriminin büyük yaratıcılığına tanık oluyorsunuz.Ağalar ve beyler, yoksullarda yalnız yoksulluğu görür. Ama devrim, yoksulluktaki büyük yaratıcı gücü ortaya çıkarır. O nedenle devrim, en çok yoksullara lâzımdır. Kerpiç duvarların arasındaki o kimsesizler, devrime katılarak eski toplumun karanlıklarından ve çaresizliklerinden kendi eylemleriyle kurtulmuş ve Türkiye’nin emek, namus ve aydın birikimini oluşturmuşlardır. Devrim, yoksulluğun bağrında saklı olan çalışkanlığı, hayatın ortasına çekmiştir.”
Köy Enstitülerinin kapatılmasını bun dan daha somut nasıl açıklayabiliriz ki ?
İkincide ise Devlet Opera ve Bale, Tiyatro, sanat tartışmalarına değinen Hayati Asılyazıcı’nın, konuya ilişkin kısa açıklamasını okuyalım:
• “Cumhuriyet yönetimine geçişimizden sonra, çağdaş uygarlık düzeyini tutturmak için ülkenin hızlı bir kalkınma programı uygulaması gerekiyordu. Bu uygulama alanlarının tümü Cumhuriyet Aydınlanması doğrultusunda gelişiyordu. Aydınlanma batıya öykünme (taklit) değildi. Doğu batı kültürünün sentezi gerekiyordu. Bu sentezin analizini Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet’in kuruluşundan önce düşündüğü devrimlerin içinde ayrıntılı biçimde yer alıyordu. Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen sonra Ankara’da Musiki Muallim Mektebi’nin açıldığını gördük (1924). Müzik okulunun amacı çok sesliği öğretmek, müziği öğrenen eğitimcileri yetiştirmekti. Aslında bu da bir aydınlanmanın ilk basamağıydı. Bunun ardınan 1934’de kurulan Ankara Cebeci’deki Devlet Konservatuarı bütün boyutlarıyla Cumhuriyet aydınlanmasına katkı sağlayacak en önemli kültür kurumlarından biri olacaktı. Kurum için Hitler’den kaçan Carl Ebert davet edilmiş, yasa ile gerçekleşen Devlet Konservatuarı’nın, Tiyatro ve Şan Bölümü’nün başına getirilmişti. Müzik eğitiminin tüm programını ise Paul Hindemit hazırlamıştı. Zengin foklor kaynaklarımızın çağdaş anlamda kullanılması, ülke genelinde yaygınlaşması ve çok seslendirilebilmesi için notalı derleme yönetimini de Bela Bartok üstlenmişti. Ebert ve Hindemit Alman, Bartok ise Macar’dı. Bu üçlünün büyük çabalarıyla 1934’de yasa ile kurulan, yasanın BMM’inden özellikle Mustafa Kemal Atatürk tarafından geçirilmiş, bu önemli kültür kurumu üzerine Atatürk’ün meclisdeki konuşması kültür tarihimizin bir belgesini oluşturmuştur. “
Devlet Tiyatro’su, Opera ve Balesi’nin 63. kuruluş yılıdır bu gün. Şimdi bu kuruluşların özelleşmesi ve bu gibi kurumlarda mescit bulunması gibi dedikoduların kuvveden fiile geçirilmesini tartışıyoruz ne yazık ki !
Üniversite’deyken galiba gazetede okumuştum: “DP’yi basın iktidara getirdi.Darbeyle gitmesine de basın öncülük etti” gibi bir saptamayı anımsadım…Evet ! Dikta özentili iktidarların belalısıdır basın. Bugün öyle mi değil mi, siz karar verin.Ama, yandaş kalemlerin bile mırıldananı kovuluyorsa, bu bir işaret fişeği sayılmalıdır. 3,5 medya diye nitelemeler yapılsa bile…
• “27 Mayıs’a dolu dizgin giderken, Menderes ne diyordu: “Bir avuç kara cüppe-liye teslim mi olacağız”.
Bu anlayış Tayyip Bey’de şu anlama geliyor: “ Mürekkep yalamışlar”…
“Öğretmenler çok para alıyor ama çalışmıyorlar”mış. Yargıçların, “Vicdanımızla cüzdanımız arasına sıkışıp kaldık” feryadını duymamış demek ki !
Sabahattin ÖNKİBAR AÇIKLADI
Dün askerci, bugün Tayyipçi olan gazetecilerin listesi
Ergun Babahan-Yasemin Çongar-Serdar Turgut-Hasan Cemal-İsmet Berkan-Deniz Ülke Arıboğan-Murat Yetkin-Toktamış Ateş -Eser Karakaş-Mahmut Övür-Cüneyt Özdemir-Asaf Savaş Akad-Gülay Göktürk-Ali Saydam-Bilal Çetin- Doğu Ergil-Serpil Yılmaz
Başbakan’ın tasmalı dediği AKP destekçileri Başbakan Uludere’yi sürekli yazan ve gündemden düşürmeyen gazetecileri köpeğe benzetip tasmalı yakıştırmasını yaptı.Peki, bu konuda en çok yazı yazan kimler mi?
Ahmet Altan, Cengiz Çandar, Gülay Göktürk, Ali Bayramoğlu, Şahin Alpay ve bilumum Zaman ile Bugün Gazetesi yazarları ve hatta Fehmi Koru.
İyi ama bunların tamamı AKP destekcisi değil mi?
Öyle ama Tayyip Erdoğan budur işte, 40 gün öven bir gün eleştirirse bunu yapıyor.
Hayır, Erdoğan’ın bu tutumu sadece milliyetçi tabana göz kırpmak değil, aynı zamanda hücum edeceği bir kesimi inşa etmesi ve muhalif rolünü oynamasıd !
Bir yorum eklemem gerekiyor mu? Ben katılıyorum hepsine. İbret olsun diye ve de ülkeyi-halkı düşünmeyen bir iktidarın neyin peşinde olduğunu gördünüzse, NO PROBLEM !
çarşamba
ETİKETLER : Yazdır
Yorumlar
Yorumlar, editörlerimiz tarafından onaylandıktan sonra yayınlanır. Kanunlara aykırı, konuyla ilgisi olmayan, küfür içeren yorumlar onaylanmamaktadır.
Henüz bir yorum yapılmamış