ERDEMİR CİDDİYETİNİ YİTİRDİ
07 Agustos 2019 14:06:51
Biz, Zehra ile boş zamanlarımızda, yaz-kış kıyılarda dolaşırız, Ereğli’nin içine pek girmeyiz. (Daha doğrusu ben girmem…)
“Sahil Cafe”den Nazar kebapcısına kadar kıyıboyunda ne kadar açık-kapalı yeme-içme, dalga geçme mekanı varsa, bizimdir!
("Cafe”i tırnak içinde yazıyorum. Çünkü sevdiğim, benimsediğim bir sözcük değil bu. İngilizce. Kültür emperyalizmin bize de dayattığı yaşam tarzının yeme-içme alanındaki bir mekanı… Kahve ya da kahvehane değil, lokanta da değil, olsa olsa basit yiyecek ve içeceklerin sunulduğu küçük lokanta… İşin ilginci, benim bildiğim kadarıyla, Türkçe karşılığı da yok. Olsa, öyle yazardım.)
Devam edelim:
Yakın zamana kadar pas geçtiğimiz iki mekan vardı:
“Piramit Cafe”ile ”Camlı Cafe”!
Piramit’i niçin atladığımızı bilmiyorum; galiba mekanın bir yerleri ters geliyor bize…
Bu yıl ezber bozduk, Piramit’e olmasa da, bir-iki kez ”Camlı Cafe”ye uğradık…
Zehra, ilk gidişimizde, buradaki fiyatların, karşı yakadaki ”cafe restaurant”lar kadar yüksek olduğunu söyledi, dudak büktü… Oradaki bir görevliye, burasını belediyenin mi işlettiğini sordu. Belediye değil, özel şirket işletiyormuş… ”Fiyatlardan belli deyip”geçiştirdik…
“Camlı cafe”nin yerinde uzun yıllar önce Musa’nın Lokantası (Yeri ) vardı. Musa, dünya tatlısı bir adamdı. Musa’nın lokantasının müdavimlerini politikacılar, sosyal yaşamın renkli kişileri, fikir adamları, gazeteciler filan oluştururdu. Aslında bir tür meyhaneydi burası…
Bu gelenek Camlı Cafe’de kısmen sürüyormuş. Oraya gelenler, artık rakı değil, çay-kahve-limonata-coca-cola filan içip değerli fikirlerini masadan masaya taşıyorlarmış…
Musa’nın ismi, rahmetli olduktan sonra bir içkili lokantada yaşatılmıştı. Lokanta da belediyenin plaj tesislerine kaydırılmıştı. Hala oradaymış ve Camlı Cafe’yi da sollayan yüksek fikirler orada üretiliyormuş…
İnanırım! “Camlı Cafe”deki gibi Coca cola veya ayran eşliğinde üretilen fikirler ya, dışarlıklı olur ya cıvık ya da tutucu!
Musa türü lokantalar başkadır. Oralarda rakılı fikirler üretilir. Rakı, Atatürk’ün içkisidir. Milli içkimizdir.
Rakı eşliğinde dışarlıklı, tutucu fikirler üretemesiniz, çünkü kusturur!..
Rakıyla milli-demokratik fikirler iyi gider. Bir de emekten yana fikirler…
Abartmıyorum. İçtiği içki de, tıpkı kılık-kıyafet gibi, ayinesidir kişinin…
Yüksek fikirlerin çapını ve derinliğini gözlemlemek için bu yakınlarda bir de oraya uğrayacağız…
Bazen”cafe”ler ve kebapçılar sokağını geçip, bizim Gazeteciler Derneği’ne tahsis edilen sevimli binanın önünde duruyoruz. Onun bitişiğindeki yine bazı derneklere tahsis edilen binalar cıvıl cıvıl, bizim dernek duvar!
Sina’ya sordum. Derneğin döşenmesini belediye başkanı Posbıyık kendi imkanlarıyla yapmış. Derneğin tabelası aylar önce “tabelacı”eski dost Ahmet Oktay’a sipariş edilmiş; ama Oktay’ın bir türlü eli varıp yapamıyormuş bunları!..
Dahası, Erdemir Genel Müdürü, dernek yönetimine birkaç ay önce teknik yardım vaadinde bulunmuş; ancak vaat, vaat olarak kalmış; bugün-yarın diye oyalıyorlarmış çocukları…
Erdemir yöneticileri, eskiden, sözü senet olan kişilerdi. Ya evet derlerdi ya da hayır. Evet dedilerse mutlaka yerine getirirlerdi sözlerini…
Erdemir, devlet yönetimindeki Erdemir değil artık. Her tarafı ayrı oynayan tuhaf bir kuruluşa döndü.Yazık…
(Bu satırları yazarken aldığım bir habere göre, Erdemir’den Gazeteciler Derneği’ne çay makinası, yazıcı gibi bazı şeyler verilmiş, ama daha önce sözü verilen önemli gereçler ıskalanmış yine,! Şaşırmadım…)
Yazık olmasına yazık da, bu konuda kabahatin büyüğü bizim:
Her şey bir yana, derneğe, ayda 1 (bir) lira olan üyelik aidatını bile kimse ödemiyormuş! Derneğin zorunlu harcamalarını (kira,ısıtma,aydınlatma,vb.)özellikle dernek başkanı Necati Günay ile öteki yönetim kurulu üyeleri karşılıyormuş… Derneğin maddi olanağı olsa, kimseden yardım istemeyecek. Ama yok (muş)! Yardım isteklerini Posbıyık gibi sessiz sedasız karşılayanlar da var (mış), söz de verdikleri halde aylardır suyunu çıkaranlar da! Erdemir gibi…
Her zaman söylerim:
Başı dik gezmenin önkoşulu, ekonomik bağımsızlıktır. Bu, tek tek bireylerden derneklere, onlardan ülkelere kadar uzayan bir zincirdir. En çok bağımsız olması gereken gazeteler, şuna buna muhtaç hale gelince, bu özelliklerini yitirir, kapıkullarına dönüşür!
Bu bizde de böyle ne yazık!..
00
Geçiyorum…
Çınaraltı ve Bozhane caybahçeleri, eşi az bulunur güzellikte yerlerdir.Çınaraltı’ndan denize bakın, renk renk sandaların, motorların denizi bir çiçek bahçesine çeviren görselliği,Monet’nin tablolarını anımsatır insana.
Bu kez Bozhane çaybahçesinde oturduk.
Ben görmedim, Zehra işaret etti. ”Yeni meydan saatimiz”dedi…
Göbekteki havuzun oralara baktım, yok. Meğer burnumun dibindeymiş; limana giden tali yolun ortasında!
Ereğli’nin antik kimliğine uygun, hiç değilse Roma uygarlığından kalma bir sütunun üzerine oturtulmuş Romen rakamlı filan bir saat bekliyordum…
Bir yelkenli tekne yekesini (ki orijinal haliyle çok güzeldir)sandal boyasıyla maviye boyamışlar. Ortasına iki yanlı haybeden birer saat koymuşlar. Onu yüksekte tutmak için de maviye boyanmış bir borunun üzerine oturtmuşlar. Bunları, üzerinde bir takım yazılar yazan tenekeden bir kaide tamamlıyor… Bir çalım ayaklı vantilatöre, bir çalım ”Buraya park yapmak yasaktır” türünden ayaklı levhalara benziyor… Hacıyatmaz gibi bir şey!...
Biraz yaklaşıp kaidedeki yazıyı okudum. Saati, örgütün bilmem kaçıncı dönem yöneticilerinin yaptırdığı yazıyor…
Hayrat çesmesi gibi!..
Ben, geç Roteryanlerden zarif, en azından bu kadar sıradan olmayan bir çalışma beklerdim… Çok şaşırdım!
Ey Ereğli’yi yönetenler! İçinize siniyor mu bu ucube?
Vatandaş Sina olarak benim içime sinmiyor. Bir an evvel kaldırılmalı oradan!..
00
Anlaşılan yüzüp yüzüp kuyruğuna getirilen kent meydanı yakın bir zaman içinde yapılamayacak,öyle görünüyor… Meydan yapılıncaya kadar diyorum, hiç değilse, kentin antik tarihini vurgulayacak bir meydan saatinin yapımına başlansa şimdiden…
Meydan olmazsa, hiç değilse saatiyle övünürüz!...
ETİKETLER : Yazdır