“TÜRK KAHVESİ”?
06 Aralik 2024 00:24:24
Dünya Türk Kahve Günü diye bir gün olduğunu bilmiyordum. Başlıkları TV’de görünce biraz şaşırdım, biraz da sevindim. Güzelim ülkemizin son yıllardaki uluslararası ekonomik ve demokratik imajı pek parlak değil.
Türki Kahvesi ve dönemi ile Galatasaray da olmasa dünya marka değeri listesinde daha aşağılarda olacağız. Galatasaray’ın Avrupa imajı ile döner ve kahvemiz biraz kurtarıyor durumu…
Ekonomik kriz ve en son Suriye’de patlak veren iç-savaş öylesine bağladı ki kalemlerimiz; bir yazı bir kahve molası olsun istiyorum:
**
Türk kahvesi deyince halam gelir aklıma. Kahve ve kahvehaneler Osmanlı’da bu kültür’dü. Halam Osmanlı kültürü almış bir kadındı. En büyük amcam üstdüzey bir saray bürokratıydı. Büyükbabam genç yaşlarda öldüğü için halam ile babam onun yanında büyümüşlerdi.
Aile uzun bir süre Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta yaşamıştı. Amcam Beyrut valisi ve polis müdürüydü. görevliydi. Lübnan o sıralarda Osmanlı mülkü idi.
Birinci dünya savaşında Beyrut’un İngiliz işgali sırasında aile iki atlı araba ile esir düşmemek için Beyrut’tan kaçmış, devlet hazinesini de beraberinde götürmüştü. Babamın bana anlattığına göre içi altın lira dolu ortaboy bir sandıktı bu.Sandık Dersaadet’te saraya teslim edilmişti.
Halam 17 yaşındaydı. 12 gün süren bu maceralı firarı o da yaşamıştı.
Ben onun tanıdığımda üç-dört yaşlarındaydım. Halam gerçek bir kahve tiryakisiydi.
Eve asla hazır kahve sokmaz, çarşıdan çiğ Yemen kahveyi aldırırdı. Çiğ kahve dökme bir tavada kuzinenin üzerinde tahta bir kaşıkla kavrulurdu. Kavrulma iki farklı kıvamda olurdu. Bir kısmı daha az kavrulurdu (buna açık kahve denilirdi) bir kısmı, daha uzun süre (buna koyu kahve denilirdi)…
Kavrulan kahveler soğumaya bırakılırdı.
Daha sonra sıra “çekilme”ye gelirdi.
Halamın Eyüpteki konak yaşamından kalma pirinçten yapılmış üzeri nakışlı pırıl pırıl parlayan bir el değirmeni vardı. Kavrulmuş kahveler küçük tutamlar halinde değirmenin haznesine boşaltılır ve kapak kapatıldıktan sonra en üstteki tutamaç çevrilerek haznedeki kahveler “çekilmeye” başlanırdı. Halamın favorisi kahvenin kına gibi çekilmiş olanıydı. Değirmen daha kalın formlarda da kahve çekebilirdi.
Özellikle yemek sonrası içilen kahveler, dövme bakırdan içi kalaylı cezvelerde pişirilirdi. Cezvelerin büyüklüğüne göre numaraları vardı. En büyük cezve beşlik’ti.
Kahvenin pişirileceği “ocak” farklıydı.
Kamineto denilen bir mavi ispirto ocağında pişirilirdi kahve. O yıllarda bakkallarda şişe içinde mavi renkli ispirto satılıyordu. Yakımlık olarak kullanılan ispirtoları içen alkolikler de vardı.
Kahvenin köpüklüsü makbuldü. Köpüklü kahve hazırlamak bir sanattı.
İyi bir köpüklü kahve yapmak için suyun ısınma düzeyi ile kahvenin miktarı önemliydi. Kahve, genellikle su soğuk-ılık arasındayken katılırsa iyi sonuç alındığı şeklinde bir tevatür vardı. Halam kendi formülünü gizlerdi.
Pişen kahve, nerdeyse içi gözükecek kadar ince “ayaklı” porselen fincanlarda latilokumla birlikte servis edilirdi. Konuğa servis ediliyorsa, önceden isteğe göre nane veya vişne likörü de ikram edilirdi.
Başında uçları oya işlemeli beyaz tülbentiyle keminetoda kahve pişiren halam gözümün önünde şuan…
Halen Türk kahvesi diye servis edilen köpüklü kahve, gerçekte Türk-Arap yeme-içme kültürü kökenlidir. Osmanlıdır.
Bugün yazıyı bağlarken bir itirafta bulunacağım:
Ben günde bir kez öğle yemeğinden sonra bir büyük fincan filtre kahve içiyorum, favori markam Mehmet Efendi.Zehra ise köpüklü kahve tiryakisidir. Yaz-kış balkonda denize karşı köpüklü kahve-sigara tüttürmeye bayılır…
Şöyle bağlayacağım:
Dünya Türk Kahvesi Günü’nde kendi kahvemize hasret çeken bir toplum haline geldiysek eğer bunun suçlusu heralde Kuru Kahveci Mehmet Efendi değildir !..
ETİKETLER : Yazdır