KAPİTALİZM VE İSLAM
03 Agustos 2024 00:11:40
Sınıflı toplumun (köleci toplum tarzı) doğuşundan bu yana temel üretim araçlarına (toprak, madenler, fabrikalar, ormanlar, akarsular vb.) kim hükmetmiş’se, patron o olmuştur temelde. Üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti, sınıf egemenliğinin bir başka yüzüdür.
Güzelim ülkemizde üretim araçları devlet ile özel sektör arasında dağılmış görünür. Ama, bunların tümü mevcut sosyal sistemin kuralları çerçevesinde kullanılabilirler ancak. Yani üretim araçlarının mülkiyeti, çok farklı biçimler almakla birlikte siyasal iktidarı elinde tutan sosyal gücün/sınıfın denetimi altındadır. Kapitalist toplumlarda siyasal iktidarlar, ekonomik örgütlenmenin yansısı ya da bir üstyapı organıdır.
Ülkemizde de böyle bu. Toplumsal sistemimiz kapitalizmdir. Erdoğan, her ne kadar; “Ben anti-kapitalistim”de dese, son analizde mevcut kapitalist düzenin sınırları içinde siyaset yapabilir.
Yani bizim muhafazakarların da İslamcılığı/şeriatçılığı, 7 yüzyıldaki gibi köle emeğine değil, işçi emeğine ve toplumsal sistem olarak da kapitalizme dayalıdır.
Bu, körfezin şeriatçı arap ülkelerinde de böyledir, Afrika’daki şeriatçı devletlerde de…Körfezdeki arap devletleri, altyapısı ile üstyapısı (hukuk sistemi) çelişen devletlerdir. Ama şeriatçı ülkelerde ekonomik işlerlik kapitalisttir yine de.
Toplumbilimleri açısından “tuhaf” bir yapılanmadır bu. Ama yine de sistemin işlerliğini çok fazla etkilemez.
Kapitalizm, bu ülkelerde de kendi üst yapısını kurmak için toplumu derinden manipüle eder ve ediyor da zaten.
Örneğin islamın doğduğu, insanlığın en eski ibadethanesi sayılan Kâbe’nin bulunduğu, bu nedenle islam için en kutsal ülkelerden birisi sayılan Suidi Arabistan’da bile lâisizm gitgide uç vermeye başladı.
Bizdeki katı muhafazakar çevreler bu reformist gelişmeleri krala vekâlet eden Prens Selman’ın bireysel kararları zannediyor ve adamı çok ağır şekilde eleştiriyorlar. Ama gerçekte durum öyle değil. Tabandaki kapitalist ilişkiler kendi değerler sistemini topluma egemen kılmak için bir baskı gücü oluşturuyor.
İran’da da durum böyle. Kitle iletişim araçlarının dev boyutlara ulaştığı günümüzde şeriat hukuku sistemin ruhu ile çelişiyor. Saç kapatmak, yüz-göz kapatmak gibi 7. yüzyıl hukukunun tipik örneklerinde ısrar etmek anlamsızlaşıyor.
Şeriatçı ülkelerde görülen kılık-kıyafet reformizmi toplumu kendiliğinden kucaklıyor.
Şuraya getirmek istiyorum:
Suudi Arabistan bile lâiklik yolunda adımlar atarken Türkiye’deki radikal İslamcıların şeriat hukukunun özellikle sosyal yaşam tarzını 7. yüzyıla uygun hâle getirme çabaları gitgide etkinliğini yitiriyor.
Bunu göremiyorlar.
Oysa son Mayıs ve Mart seçimleri islamcı retoriğin ortak eskisi kadar kitleleri etkilemediğini ortaya çıkarttı. CHP’yi birinci parti yapan halk kitleleri bu şekilde lâiklik fobisini de aşmış oldular.
Aslında bu gerçeği islamcı çevreler de görüyor artık. İktidarın desteğiyle zayıflaşan “Anadolu kaplanları”, lâik zenginlerin sosyal yaşamlarını örnek olan salafatlı yaşam tarzlarıyla şeriat hukukundan uzaklaşıyorlar. Lâik burjuvazinin yanıbaşında bir islamcı burjuvazi doğuyor. Diyanet İşleri Başkanına eşinin kurasız beş kez hacca gitmesi bile bu gerçeği vurguluyor gerçekte.
İslamda hac, sağlık durumu ve maddi durumu yeterli olana farz kılınmıştır. Maddi durumu iyi olmayanlar hacca gidemezken iyi olanların defalarca hacca gitmesi, özelikle
kapitalist toplumlarda gizlice sosyal adeletsizliğin bir ilginç örneği değil midir ?
Kapitalizm, kendi İslamcılarını yaratıyor sonuçta…
ETİKETLER : Yazdır