
DEMOKRASİ ÖLDÜ MÜ ?
30 Temmuz 2024 00:06:12
Antik Yunan demokrasisi sözdışı, halk kitleleri hiçbir zaman kendi kendini yönetmedi. Demokrasi teriminin etimolojik açılımın “halk iktidarı” olması kocaman bir palavradır.
Antik Yunan demokrasi, “polis” denilen kent-devletlere özgü bir yönetim biçimiydi. Kent-devletlerin nüfusunun düşük olması (10 binin altı) bir tür bir yönetsel işleyişe imkan sağlıyordu. Yunan demokrasisinde halk, terimin gerçek karşılığına koşut olarak doğrudan yönetimde yer alıyordu.
Şöyle bir örgütlenme yapısı vardı:
Yasama görevine halkın tümü fiilen katılıyordu. Yurttaşlar çeşitli yönetim ve yargı görevlerine getirilebiliyordu. Bu, kısmen seçim ve kısmen de kura ile oluyordu.
Güçler ayrılığı yoktu. Tüm yönetim organları halk meclisine karşı sorumluydu.
Ancak, yönetime halkın doğrudan katıldığı bu harika yönetim biçiminin çok önemli bir özrü vardı: Kadınlar ve köleler yurttaşlık haklarına sahip değildi, yönetime katılamıyorlardı bu yüzden.
Kent-devletlerin çökmesiyle son bulan bu ilk demokrasi uygulaması ile ortaçağ avrupasında 18. yüzyılda ortaya çıkan demokratik yönetim ya da demokrasi arasında 2 bin yıllık bir boşluk vardır. Yani 2 bin yıl, halk kitleleri otoriter rejimlerin tutsağı oldular.
Köleci toplum biçiminde köle sahipleri; feodal yönetim biçiminde soylular ve klise, kapitalist sistemde de “kentsoylular” da denilen sermaye sahipleri/burjuvazi egemen güç’tü. Ülkeleri bunlar yönetiyordu. Günümüz demokrasisindeki “temsili sistem” yani halkın kendisi adına ülkeyi yöneteceklerini seçmesi, burjuvazinin sınıf iktidarını gizleyen bir illüzyondu. Hâlâ da öyledir.
Bu, elbette, ortaçağ kökenli burjuva demokrasilerinin, en azından başlarda, bir aldatmaca olduğu anlamına gelmez. Avrupada feodelizmi yıkan, kapitalist ilişkiler temelinde demokratik rejimler kuran burjuvazi toplumsal gelişmenin dinamiği oldu, halk kitlelerini özgürlük ve çeşitli haklar getirdi.
Ne zamana kadar peki ?
Kapitalizmin serbest rekabetçi ekonomi politikasının tekelleşmesine kadar ! Devrimlerle feodalizmi yıkan burjuvaziyi de toplumsal sistemin devrimci özelliğini yitirmesiyle gericileşti; bu kez tarihsel gelişmenin önünde engel haline geldi. Halk kitlelerinin sahip oldukları özgürlükler bir bir ellerinden alındı. Geriye demokratik (!) diktatörlükler kaldı. Yönetim biçimi oligarşik, faşist, otokrat vb. şekillere bile kavuştu.
Kapitalizmin tekelleşmesi ve emperyalizm olayı ile temsili demokrasiler terimin etimolojik anlamından iyice uzaklaştı.
Avrupa ile ABD, şöyle böyle 700 yıldır, Türkiye ise 100 yıldır temsili nitelikte demokratik rejime sahip.
Gerçekte ise ülkeyi halk kitleleri değil, üretim araçlarına sahip olan küçük bir azınlık ve onların siyasi temsilcileri yönetiyor.
Ama bu sadece bize özgü bir durum değil. Tüm burjuva demokrasilerde böyle. Seçimlerde popülizmin yalanlarına yakalanan halk kitleleri, kimi seçerlerse seçsinler, sonuçta kapitalizmin siyasi alandaki temsilcilerine teslim etmiş oluyorlar ülke yönetimini:
Bu şekilde sisteme entegre olmuş sağ ve sol partilerin iktidarları gerçekte halkın değil, son analizde sermaye sahiplerinin düzenine hizmet ediyorlar. Halk kitlelerinin demokratik rejimlerde de yönetimin dışında tutulmasının seçim yoluyla gerçekleşiyor olması büyük bir ironi oluyor bu şekilde.
Buradan bakıldığında 17-19. yüzyıllar arasındaki devrimci demokrasileri birkaç yüzyıl önce öldü. Bugün “demokratik” ülkeleri bir çok yerde, gerçekte demokrasi markası takmış oligarklar, otokratlar ve faşistler yönetiyor.
ETİKETLER : Yazdır