
DİYANETİN MENÜSÜ
07 Mayis 2024 00:24:22
Diyanet İşleri Resliği/Başkanlığı, Osmanlının Şeriye ve Evkaf Vekaletı’nın kaldırılmasından (2 Mart 1924) bir gün sonra kuruldu.
Kuruluş argümanı, özetle, din işlerini zapturapta almaktı.
Aslında devletin kurumsal bir kimlikle din işlerine müdahale etmesi sekülerizme/laikliğe aykırıydı (ki hala öyledir). Ancak devrimciler açısından bu zorunluydu. Bir din devletinin yerine laik bir devlet kuruluyordu. Dini örgütlenme ve etkinlikler tarikatlara ve cemaatlere bırakılamazdı. Diyanet İşleri bu nedenle kuruldu.
Zaman içinde Diyanet’in fonksiyonu farklı biçimlere büründü, işlevi farklılaştı, ama sürekliliğini korudu. Altın dönemini ise AKP iktidarıyla yaşamaya başladı. Buna şu örnek yeterli olur sanıyorum: Diyanetin bütçesi İçişleri Bakanlığından bile fazla.
AKP’nin Diyanete sınırsız imkanlar sunması öteden beri eleştiri konusudur. Ama, son yıllarda eleştirilerin dozu yükseldi.
Eleştirilen ne peki ? Diyanetin işlevinden çok gitgide şatafatlı bir kuruma dönüşmesi: Lüks binalar, lüks makam araçları, beş yıldızlı otellerde yapılan toplantılar, yenilen yemekler, kadro şişkinliği, vb.
Aslında şatafat ve israf AKP’nin devlet anlayışında var. Bunu “itibar” sözcüğüyle açıklıyorlar. Bu zihniyet ortaçağ kökenli bir zihniyettir gerçekte.
Çünkü uygarlığın/çağdaşlığın karşıtı şatafatlı bir yaşam değil, her bakımdan bilimsel bir yaşamdır.
Bu zihniyet, üstdüzey bürokrasinin beslenme rutinlerine de yansıyor; et ağırlıklı lüks yemekler kamu sofralarının da vazgeçilmezleri oluyor.
Bunun çarpıcı bir örneği şu sıralar muhalif TV’lerde haber biçiminde dönüp duruyor: Diyanet Başkanlığı, Elazığ Harput Dini İhtisas Merkezi’nde eğitim alacak 190 “aday din görevlisi” için yemek ihalesi açmış. Menü, lebalep et dolu. Haftada üç gün yenilecek sebze yemekleri bile etli olacak.
Menü’ye baktım, ben bu işlerden pek anlamam ama, sağlıklı bir beslenme öngörülerine uygun bir menü değil. Menü hazırlanırken bir diyetisyene danışılsa sanırım itiraza uğrardı.
Ama ben yine de menüyü gözden geçirirken şöyle düşünmeden kendimi alamadım:
Keşke sosyalleştirebilsek bu menüyü: Beslenme kabı boş öğrencilerin kabına, fakir-fukaranın sofrasına, bifteği, rostoyu, kebabı geçtim, hiç değilse iki-üç köfte koyabilsek !..
Eleştirilen de bu zaten: Dayanılmaz boyutlara ulaşan gelir/yaşam adaletsizliği !..
Bu lüksün/şatafatın bir din kurumunda görülmesi, kaçınılmaz olarak, o kurumu yönetenlerin temsil ettikleri dinin temel kurallarına niçin uymadıkları sorusunu da akıla getiriyor:
İslam, hem şatafatı/israfı dışlar ve hem de sosyal adaletsizliği en azından hafifletecek önermelerde bulunur. Kur’an da fakirlere destek olunması konusunda 30’u aşkın ayet vardır. İsrafla ilgili de beş ayet. İslam, israfı/gösterişi, böbürlenmeyi, bencilliği dışlar.
Şimdi sormak gerekiyor:
Halkın önemli bir kısmının sofrasına et girmezken, milyonlarca insanımız açlıkla boğuşurken, halka islamın ahlak ve adalet anlayışını öğretmekle yükümlü bir kurumun et denizinde yüzmesi ne derece doğrudur ?
İslamı iyi özümsemiş bir Diyanet İşleri Başkanı böyle şeylere izin verir mi ? Envanterinde 4 lüks makam aracı varken bir yenisini ister mi ? Lüks otellerde toplantılar yapmaya, yemekler vermeye, o dev bütçesini sağa-sola savurmaya içi elverir mi ?
Kaldı ki o paralar, evine ayda bir kez olsun et gitmeyen insanların vergileridir özünde !..
**
Adaletsizlik toplumsal sistemin doğasında var. Ama, adaletsizliğin kabul edilebilir bir çizgiyi aşmasında iktidarlar başrolü oynar.
AKP, israfı/şatafatı önleyemiyor,demeyeceğim,önlemek istemiyor; çünkü onun doğasında var bu.
Gitgide yoğunlaşan eleştirilerin hedefi olan Diyanet İşleri Başkanı Erbaş istifayı düşünür mü, emin değilim. Ama düşünmeli derim ben.
Yumuşamaya da cuk oturur !..
ETİKETLER : Yazdır