![NİÇİN ELEŞTİRİYORUM ?](image/editor/10_sina-ciladir-son.jpg)
NİÇİN ELEŞTİRİYORUM ?
06 Ocak 2021 23:14:32
İlkten bir genelleme yapacağım:
Siyasal iktidarların gündemi ile halkın gündemi genelde örtüşmez. İktidarlar kendi gündemini dayatırlar halka. Halkın gündemine sahip çıkmak muhalefete kalır.
Siyasal iktidarların ideolojik-siyasi künyesini belirleyen de budur:
Halkın gündemini içselleştiren iktidarlar, halka yakın ya da halkçı iktidarlardır. Solcu da diyebiliriz…
Sol iktidarda ise, muhalefet kavramının da içeriği değişir, yer yer halkın gündemine karşı bir görüntü ortaya çıkar.
Millet İttifakı’nın elindeki Büyükşehir Belediyelerinde gözleniyor bu. En çıplak ifadelerini ise Ankara ve İstanbul’da buluyor:
İBB’de başkanlık koltuğunda CHP’li İmamoğlu oturuyor. Ama mecliste AKP ve MHP’liler çoğunlukta.
İmamoğlu’nun doğrudan fakir-fukara halkın yaşamına dokunan uygulamalarının çoğuna, AKP ve MHP’li üyeler karşı çıkıyor:, dolayısıyla halkı/halkın gündemini karşılarına almış oluyorlar.
Bu durum, siyasal iktidarın kendi gündemini halka dayatan pozisyonunun yerel plandaki bir izdüşümü oluyor.
Sağ, olması gereken yerde, halkın karşısında net şekilde görünüyor.
Tamam bu bir genelleme, istisnaları da vardır elbette; ama, istisnalar genellemenin içeriğini değiştirecek çapta değil.
Sosyal devlet, sosyal yerel yönetim filan deniliyor ya…
İşte bu !
Hizmetlerinin odağına halkın çoğunluğunu koyan bir iktidar veya yerel yönetim, sosyalleşiyor, halkçı/solcu bir kimlik kazanıyor.
Hizmetlerinin odağına halkın küçük bir azınlığını koyanlar, anti-sosyal bir pozisyona kayıyor; pratikte bu, sağ ile özdeşleşiyor.
Bu farklı, birbirine zıt paradigmalar, son analizde, iktidar-muhalefet şeklide ayrışıyor, kamplaşıyor, siyasallaşıyor…
Şimdi şöyle bir şey düşünelim:
İmamoğlu, CHP’li kimliğine rağmen, halkın gündemini bir yana koyup “mutlu azınlık”ın, dolayısıyla iktidarın çıkarına hizmetler üretse ve tabii bunların aktif desteğini alsa, garipsenmez miydi bu ?
Muhalif basın, İmamoğlu’nu döneklikle suçlamaz mıydı ?
Hiç kuşkunuz olmasın !
İmamoğlu tersini yapıyor, halkın gündemini izliyor, bu yüzden siyasal iktidarın, onun izdüşümü olan İBB meclis üyelerinin çoğunluğunun şimşeklerini üzerine çekiyor…
Demek ki doğru yolda…
**
Ben bu köşede zaman zaman yerel konulara giriyorum, devletin yerel temsilcilerinin ve yerel yönetimin bazı projelerini eleştiriyorum.
Eleştirilerimizin temel ölçütünü halkın gündemi oluşturuyor.
Bir proje seçkinci/elitist kimlikteyse, halkın gündeminden uzaksa, projenin odağında halk yoksa, en azından halk tali planda ise, buna karşı çıkıyorum.
Bu bir gazeteci-yazar olarak benim görevim. Ayrıca eleştirilerimle karar mercii pozisyonundaki kurumlara ve kişilere yardımcı olmaya çalışıyorum.
Bireysel değil, toplumsal bir bakış açısıdır bu.
Sınıf pusulasını yitirmiş bir siyasi hareket, kaçınılmaz olarak, karşı siyasetin/siyasetlerin güdümüne girer.
Bunları anlamak gerekiyor…
BOĞAZİÇİ OLAYLARI
Boğaziçi Üniversitesindeki olayları nasıl yorumlamalı ?
İktidar yanlılarının iddia ettiği gibi “dış müdahale”nin tetiklediği “provokatif” olaylar mı bunlar ?
Sanmıyorum.
Frenklerin “spontane” dediği ve dışardan gelen provokatif müdahalelere kapalı kendiliğinden-gelme olaylar bunlar.
Kendiliğinden gelişen demokratik tepkiler yahut.
Tepkilerin sadece öğrencilerden değil, öğretim üyelerinden de gelmesi, bunların derinliği olan tepkiler olduğunu da gösteriyor. Yani, tepkiler, çok yönlü…
Kestirmeden söyleyecek olursak, tepkiler, anlaşıldığı kadarıyla, atanan rektörün bir siyasi partinin mensubu olmasından çok, akademik kariyerinin Boğaziçi Üniversitesi gibi köklü ve bilimsel düzeyi uluslararası çapta bir üniversiteye cuk oturmamasından kaynaklanıyor. Aslında bu aysbergin görünen yüzü. Görünmeyen yüzünde üniversite özerkliğinin ve akademik teamüllerin hafife alınması var...
Atanan rektör, bir soru üzerine, tepkileri çok önemsemediğini, istifa etmesinin sözkonusu olmadığını söyledi.
Haklı.
Çünkü istifa kurumu, seçilmişlere özgüdür. Atanmışlar ya görevlerinden alınır ya da istifaya zorlanır.
Umuyoruz, hükümet, öğrenci ve öğretim üyelerine karşı kolluk güçlerini öne iten bir yaklaşımda bulunmaz. Bir başka ifadeyle, inatlaşmaz.
Deneyimlerimiz bize şunu öğretiyor:
İnatlaşma, öğrenci hareketlerinin büyümesini tetikler. En azından tepkiler edilgen biçimlere bürünür belki ama sona ermez.
Bu noktada, öğrenci eylemlerinin iktidarın çok sevdiği gerilim politikasına hizmet ettiği şeklinde yorumlar da gelecektir sol taraftan, eminim.
Oysa Boğaziçili öğrenciler ve öğretim üyeleri sadece demokratik haklarını kullanıyorlar, hepsi bu.
Provokasyon teorilerini bırakın yandaşlar üretsin. Zeka düzeylerinin turnusolü oluyor…
ETİKETLER : Yazdır