DOSTLARA MEKTUP
02 Eylül 2018 15:30:25
Hasan Hüseyin Yalvaç
SİNA ÇILADIR’A
Sevgili ağabey seni tanıdığımda lisede öğrenciydim ama evinde kütüphane olan ve iyi kötü siyasetle ilgilenen bir aileden geliyordum. Tüm bunları aktarmamın nedeni aklıma gelen tüm siyasetle ilgili soruları sorabilmek. Çünkü aradan geçen tüm yıllara rağmen o ilk günlerin kimliğinden pek fazla değişiklik yok, ileri gidememişiz gibi geliyor bana. Çünkü soru yok doğal olarak yanıt da yok. Ama kalıplar çok: “ …. Der ki”, “..falanca kitabın 19. Sayfasında..” bu kalıpçılık, salt sol’u değil sağ’ı da öldürdü, öz olarak Türk Siyasetini kendine yardım etmekten uzaklaştırdı, ölmeye bıraktı. Bu eylem birileri tarafından ta o zamanlarda mı dayatıldı, algı yaratılmaya çalışıldı yoksa rastlantıların sonucu mu? Emperyalizmin, insanı kendinden uzaklaştırarak başkalarıyla meşgul ettirmesi, kendini tanımasını önlemesi elbette öyle küçük alanda tutulacak bir eylem değildir. Geniş düşünmediğimiz için küçük düşünebiliriz. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kuruluyor ve ödenen bedeller ortadayken 1945-46’larda yeniden kapımız çalınıyor emperyalizm tarafından. İlginçtir 1923’den sonra yapılanlar Türkiye’nin kendisini tanıması, bilmesi ve emperyalizme karşı dik durmasını isteyen eylemlerden başkası değildir.
Okumamayı ve eleştiri yapamamayı tüm bu geri kalışın nedeni olarak görüyorum. Çünkü hakim sistem algılanabilecek en erken yaştan başlayarak, insan naturasının en büyük özelliği olan egoyu tetikliyor. Bu tetiklemeyi de tüm ayrılıklar, farklılıklar üzerinden yapıyor. Mahalle farklılığından girip, köylerden, kasabalardan, kentlerden, bölgelerden ve dinlerden, ırklardan, mezheplerden çıkarak insanları birbirine düşürüp hallaç pamuğu gibi atıyor. O günlerin Karadeniz Ereğli’sini düşündüğümde Karadenizlilik, Doğululuk ne kadar yaygınlaştırılmıştı. Ki benim ilk tutuklanışım öylesi bir olay üzerine gerçekleşmişti. Belki anımsarsınız, babam rüşvet alan bir memur arkadaşına karşı çıkınca, o da resmi silahını çekip babama ateş etmek istemiş ve babam bileğini yakaladığı anda küçük kardeşim koşturarak, telaşla eve girip babamın kavga ettiğini, adamın silahlı olduğunu söylediğinde eve yakın olan olay yerine koşup adamı tartaklamıştım. Bir an sonra o kum iskelesi Karadenizli arkadaşlarımızın ya da o vatandaşın tanıdığı Karadenizlilerin saldırısına uğramış, babamı tanıyan sivil polislerin beni arabaya alarak karakola götürülmesiyle macera devam etmişti. Aradan elli yıldan fazla zaman geçti ama ‘böl, parçala, yönet devam ediyor sevgili ağabey.
İyi kötü bir şeyler öğrenirken, ağır sanayinin olduğu o kentte doğal olarak işçi sınıfı, sendikacılık konusunda da öğreneceklerimiz çıkıyor ve bilgi dağarcığımızı zenginleştiriyorduk. Küçük küçük örgütlenmeler o zaman da başlamıştı. Gençlik ve sendikacılık parçalanıyordu ayrımına varamadan. Lisede öğrenci oluşumuz, evimizde kütüphanenin olması ve de öğretmenlerimizin birikimi bizi, erken yanlıştan kurtardı. Bu arada sizinle tanışmış olmam, Ertuğrul Oğuz ve Ruhi Göktekin ile tanışıklığım beni sanat anlamında daha da derinleştirirken, yanlış algılanmalardan da korudu. Burada sanatı yeniden yeniden anlatmak, anlamak gerekir diye düşünüyorum gelecekteki tüm güzellikler adına. Çünkü soyutlamanın insan zekasında açtığı üç boyutlu derinlik, düşünmek adına yeni bir dördüncü boyut oluşturuyor. Bu dördüncü boyuta ‘sanatsal felsefe’ de diyebiliriz. Çünkü tüm soyutlamaların genişlettiği bir bakış açısı görmelerini çoğaltır ve analizi daha kolay ve sağlıklı yaptırır. Yine o günlerden ilginç bir anıdır: dernekte bir arkadaşla oturup konuşuyoruz, içeri iki genç girdi. Belli ki konuştuğum kişinin arkadaşları. Bir tanesi, “biz dernekten ayrılıyoruz.” Dediğinde, yanımdaki arkadaş sordu, “Neden?” diye. Yanıtı bugün bile unutmuyorum: “Gerekçesini sonra belirteceğiz.” Diyerek çıkıp gittiler dernekten. Gerekçesi netleşmemiş ama büyük ağırlıkla bencillik kokulu nedenlerle ne kadar çok ayrılıklar, parçalanmışlıklar yaşandı, yaşanmıştır. Burada bireyin çıplaklaştırılması, boşaltılması önemli, emperyalizmin ciddi çalışmalarından biri bu. Çünkü yüklemek istediğini bu çıplaklığın, boşaltılmışlığın üzerine daha rahatça aktarabiliyor. Doğal olarak parçalanmışlığın üzerine yüklediği algılamalarla, sonrasındaki tüm örgütlenme çeşitlerini parçalayabilme bilgi gücünü, elinde bulundurmuş oluyor.
*
Liseyi bitirip de üniversiteye gitme zorunluluğu beni oradan, sizlerden ayırdı ama bunca yıl geçmesine rağmen kalması gerekenler yerinde duruyor, yaşatılıyor. Yolculuk İzmir, Kars, Sinop, Kars, Çankırı, Van, Erzincan, İstanbul, Tekirdağ sürüp gitti ama merhabamız hiç kopmadı. Şirin Ereğli Gazetesi’nde bana sağladığın “Kalemin Dili” köşesine elimden geldiğince yazılar yazdım, ‘Van Mektupları’ gönderdim, incelemeler yapmaya çalıştım. Ve hiç unutulmayacak bir eylemde gazetenin ‘sanat edebiyat ‘ekiydi. Epey sanatçımız vardı oralarda. Örneğin Savaş Büke iyi bir mizahçıydı. En son İzmir’deyim haberleştiğimizde, sonrasında yitirdik o güzel insanı.
*
Bunları yazarken yeni insan bilincine, sanatın ne kadar katkı sunduğunu düşünüyorum. Çünkü Kdz. Ereğli Demir Çelik gerçekten işçi sınıfının yatağıydı, emekleriyle yaşıyorlardı salt, yan gelirleri yoktu. Ama Karabük Demir Çelik, çalışanlarının ağırlıklı olarak oralı olması ve yöneticilerin işçi evleri (Beş Bin Evler) gibi konutlar yaptırması, buranın işçilerini Ereğli işçileri gibi proleter yapmıyordu, çünkü kaybedecekleri şeyler çoğaltılmıştı. Bu noktayı da siyasi mücadele adına önemsiyorum: işçiye, köylüye yardım etmek, onları sistemle birleştirerek, mülkiyetlerini korur duruma taşımak, kendine rakip yapmak. Yıllar öncesinde yapılan, emekçilere gecekondu yapmak, yiyecek dağıtmak eylemleri, sonradan, özellikle 12 Eylülden sonra, yapanlarca itiraf edilmiş ve o emekçiler, seçim aflarıyla, yap saçtılar aracılığıyla daire sahibi olmuşlar, kendilerine destek olan, gecekondularının yapımına katılan ve işkence görüp hapislerde yatanları tanımamışlardır bile. Bugün solun çıkmazları ta oralardan gelmektedir bana göre.
*
Daha önce bir dost mektubunda da söz etmiştim. Örneğin Zonguldak sol için nedir, edebiyat için nedir, incelemeciler için nedir? Örneğin sizin çalışmalarınızı kaç kişi biliyor? Ki anımsadığım kadarıyla Yer altı Maden-iş tarafından da bu yöreyle ilgili bir çalışmanız yayımlanmıştı. Ki babanız, Ahmet Naim Çıladır hem öykücü olarak hem de araştırmalarıyla çok önemli adımlar atmasına rağmen unutulanlar kervanına katılmadı mı çok bilenlerimizce? Hiç araştırmadan doğaçlama onlarca imza sayabilirim Zonguldak’tan. Ne acıdır ki, burada da ün, şöhret, dayatılan hep ön plana çıkartılıyor, birçok güzellik de bu bakış açısı nedeniyle karanlıklarda kalmasını sürdürüyor, sonrasında yitip gidiyor. Ahmet Naim Çıladır, Muzaffer Tayyip Uslu, Rüştü Onur, Kemal Uluser, İrfan Yalçın, Sina Çıladır, Ertuğrul Oğuz, Feramuz Güleryüz, Savaş Büke, Hamit Kalyoncu, Zihni Turgay Anadol, Kemal Anadol, Müfide Güzin Anadol, Hüseyin Avni Cinozoğlu, İlhan Karaman, Nursema Aldoğan, İbrahim Yıldız, Mustafa Kademoğlu, Mithat Yaban, İbrahim Tığ, Mehmet Yılmaz Karaibrahimoğlu, Osman Günay, Mehmet Yaşar Bilen, İbrahim Kayıtmaz, Hür Kalyoncu, Efe Güzelgöz, Fatma Kılıç Günay, Nimet Özgün, Gülderen Canyurt, Behçet Kalaycı, Levent Ağralı, Mehmet Seyda, İlhami Soysal, Ziya Mısırlı, A. Ertan Mısırlı, Burhan Solukçu, Kürşat Coşgun, Ece Aykız, Egemen Berköz, Mevlüt Kırnapçı, Erol Çatma v.d. Bu listeyi doğaçlama yazdım, kaynakçaya başvursam, sanırım liste iki katına çıkar.
*
Bunu şunun için yazdım ağabey, siyaset sanattan bu kadar koparsa, istenilen hiçbir şeyi somutlayamaz politikacılar. Çünkü Türkiye Solu’nun en büyük noksanlığı sanattan uzak duruşu. Aragon’un ‘benim iki gözüm var/partinin bin gözü’ dizelerini yeri geldiğinde kullanır ama yanı başında duran sanatçısına kör kalır nedense.
*
Sevgili ağabey, çalışmalarının çoğaldığını, kitaplaşmadığını biliyorum ve yeniden yaralanıyorum arayıp soranımız yok diye. Bugün 1 Mayıs. İşçi Bayramı. Kapitalizmin cirit attığı, sağlıktan, okumaya her şeyin paralı olduğu; asgari ücreti, yüz yirmi ay değil, iki yüz kırk ay hiçbir yerine dokunmadan başını sokacak iki odalı bir mezar bile alamazken bayramdan söz etmek ne derece doğru? Birde aslan sosyal demokratlarımız kutlamaz mı bu bayramı! Sanki kapitalizme kol kanat geren, arada tamponluk görevi gören benim!
Ağabey selamlarımı gönderirken, kapitalizme bağlanıp sosyalizme selam verenleri, kaş göz edenleri asla unutmamak gerekir diye düşünüyorum. Bir de kendi sokaklarını kurtarmışlar da dünyaya çağrı yapmaları var ya, öldürüyor beni.
Enternasyonalizm, kavgadan kaçmanın bir projesi olabilir mi?
Dostlukla…
Büyükyoncalı, 01 Mayıs 2018.
YENİ DEĞİL NÜFUS KÜTÜĞÜMÜZ
H.Hüseyin YALVAÇ
Komşu evlerin yemek kokularıyla büyüdü açlığımız
Ve bu hasretle dokuduk ömrümüzü bilinmez yarınlara
Avlayan değil av olduk
İnsana yabancı yaşamın gel gitlerinde
Kütüğümüz hangi gezegende meçhulüm
Hem meraklı hem değilim
İnanmıyorsan çırılçıplak yüreğim işte ortada
*
Çürüme sardı sarmaladı bizi, kaçıp kurtulamadık
Kavga edelim kurtulsun insanlık dedik çoğaldı düşmanımız
Hem pisliğe bulaştılar hem de nutuk attılar temizliğe dair
Şimdi her sabah mezarlığa gidişimi yadırgıyor birileri
Oysa dingin başlıyorum yeni güne
Ne yalan var ne dedi kodu
Kimsenin yan komşusu aç değil
Duyulmuyor yemek kokusu
*
Artık dip notsuz konuşup dip notsuz yazmalıyız
Aslını anlamayanların derinliği yok zaman yitirilmesin
Onlar korktular ve sattılar kendilerini
Karıştılar tarihin en bol sayfasına çürümüşler yatağına
Kendilerini kandırarak yaşıyorlar bırakalım yaşasınlar
Çürütmeyelim kendimizi, uzak tutalım kendimizi
“Ne kadar az kirlenirsek o kadar iyi”
Bence herkes erkenden kalksın
Güne mezarlıkta başlasın
Rüzgârı saymazsak ‘çıt’ yok
Ey gelecek! Bence burada yaşamalısın
Bir yolculuk yapacaksan da buradan başlamalısın.
Büyükyoncalı, 01Mayıs 2018.
ETİKETLER : Yazdır