FENER MAHALLESİ…
06 Nisan 2018 11:47:18
Çarşamba…
Öğleye doğru Zehra, “ Hava güzel, hadi Zonguldak’a gidip Fener’de köfte yiyelim “ dedi.” Biraz da alışveriş yaparız… “
Yola düştük…
Bizim Zehra, nerdeyse otuz yılı aşkın bir süredir araba kullanıyor, çok da yetenekli bir sürücüdür. Nereye gitsek onun yanında kendimi rahat hissederim.
Küçük oğlum Sina ile büyük oğlum Ahmet Naim de iyi sürücüdür, özellikle Sina… Sina, arabada ben yoksam, delifişektir, hız yapar.
Ben varsam, kaplumbağalarla yarışır !..
Zaman zaman, Ahmet Naim’in cipiyle O’nun dağdaki kulübesine gideriz. Dağ yolları bir felakettir. O yolları ancak 4x4 bir ciple aşmak olanaklıdır. O da sık sık arazi vitesi kullanarak… Ahmet Naim de dağ yollarında iyidir.
Neyse…
Zonguldak yolu yer yer çift, yer yer tek yol. Yol üzerinde çalışmalar sürüyor. İyi olan, tüneller trafiğe açılmış… 70 kilometreye yakın yolu, artık, yirmi dakikada katetmek olası…
Biz de o kadar zaman içinde Zonguldak’a ulaştık…
Yolda giderken, çocukluğumda Ereğli’ye yaptığımız yolculuklar aklımıza geldi… Daracık, eğri-büğrü, virajlarla dolu bir yoldu eski Ereğli-Zonguldak yolu. Yol demem lafın gelişi !..
Otobüsler, yoldan da beter; her tarafı dökülen, giderken arkasından siyah duman püskürten, her tarafından türlü sesler çıkartan şeylerdi… Yolda sık sık lastik patlardı. Lastikler, şişirme lastiklerdi. Patlayan lastiği tamir etmek zahmetli bir işti. Şoför ile muavin, beş karış suratla lastiği sökerler,daha sonra bir levye ile iç lastiği ortaya çıkartırlar, binbir yamadan görünmeyen lastiğin nereden hava kaçırdığını öğrenmek için tükürük muayenesi yaparlardı… Sonunda üstü mantar kaplı lastik yama, mengeneyle lastiğin üzerine sabitlenir ve yamanın mantarı sigarayla tutuşturulurdu… Mantar tuhaf sesler çıkartarak yanardı. İş bitince mengene sökülür, yamanın üzeri tükürükle sıvanır, daha sonra da iç lastik dış lastiğin içine tıkılırdı. İşin en zor yanı bundan sonraydı. Koskoca tekerlek, genelde muavin tarafından büyücek bir pompayla kan-ter içinde şişirilirdi. Pompa dikine yere konulur, en alttaki metal bir çıktıya ayak basılarak sabitlenir, sonra da pompalanmaya başlanırdı. Lastiğin iyi şişip şişmediği, tekmelenerek muayene edilirdi.
Bir maceraydı o yıllarda Ereğli-Zonguldak yolculukları…
Otobüslerin içi kusmuk kokardı. Araba tutanların deneyimli olanları yanlarında götürdükleri kesekağıtlarına kusarlardı, deneyimsiz olanlar otobüsün içine… Yolda, sigara içenlerle içmeyenler arasında sık sık hırgür çıkardı. Sigara dumanı, zaten midesi bulananların kusmasını tetiklerdi çünkü… Bebek ağlamalarına, daha büyücek çocukları azarlayan, bazen şamarlayan kadınların sesleri karışırdı..
Dik bir bayırdan ulaşılan çeşmeye gelinince herkes rahatlar, çeşme başında eller yüzler yıkanır, kusmuk sıçramış ceketler, pantalonlar, entariler çeşmede ıslatılan bez mendillerle silinirdi…
Çeşmeden sonraki yol, görece olarak düzgündü. Artık pek kusan olmaz, otobüs ahalisi neşelenir, türkü söyleyenler olurdu…
o o o
Yol bitti, kentiçine girdik…
Trafik arapsaçı,yollar dökülüyor…
Zehra, “ Burada belediye yok mu ? “ diyesöylendi.
Bu sözleri, son yıllarda Zonguldak’a her gidişimizde söylediği için yanıtlamadım. Mal meydandaydı ! Zonguldak’ın daha iyi bir belediye yönetimine ihtiyacı var…
CHP bu ekiple yeniden seçimi kazanamaz…
Kente girer girmez duyumsuyorsunuz bunu…
Ana caddedeki Atatürk’ün “ Yurtta barış dünyada barış “ sözlerini simgeleyen o çirkin güvercin heykeli yine battı gözlerime… Millet bahçesi barakalarla doldurulmuştu, İnönü heykeli ortalarda görünmüyordu. Kıyıdaki Atatürk heykelinin yüzü eskiye göre,yana çevrilmişti.
Bildik yokuştan geçip Yayla bayırını tırmandık, oradan da Fenere indik…
Son yıllarda Fenere ne zaman gitsem eski Fener’i düşünmekten kendimi alamıyorum.
1940’lı ve 50’li yılların Fener Mahallesi, kimilerine göre, “ sosyetikler”in, kimilerine göre “ elitist bürokrasi”nin mahallesiydi…
İçine kapalı bir mahalleydi burası. Fener sakinleri, devletin koruması altındaydı sanki. Şimdiki AVM’lerin bir minyatürüne sahipti mahalle… “ Ekonoma “ denilen büyücek bir bakkal ile manav ve kasaptan oluşuyordu burası. Fener sakinleri tüm alışverişlerini buradan yaparlardı…
Bürokratlar işlerine, bizim “ Mohini “ adını taktığımız devasa bir otobüsle veya makam araçları ile öğrenciler de keza EKİ’nin servis araçlarıyla giderlerdi işlerine ve okullarına…
Akşam, aynı araçlarla mahalleye dönülürdü.” Çarşı”ya pek “ inen “ olmazdı. Evlerin önündeki bahçeler, kadınların beş çayları, deniz ve tenis kulüpleri, yaz aylarında Yayla’nın kortunda verilen “ garden parti”ler,mühendis kulübü, spor tesisleri, mahalleyi hem “ seçkin “ kılıyordu, hem de kendisine yeten…
1940’lı yıllarda hava kararırken, şimdiki stadyumun önündeki mahalleye giren yolu EKİ bekçileri tutar, “ yabancı “ları sokmazlardı içeriye… Zaten mahalle sakini olmayan kimse, konuklar hariç, gelmezdi buraya…
o o o
Önünde köfte satılan büfenin bir kıyısına park ettik arabamızı.Hava açık, ama hayli soğuktu. Aşağıda kalan futbol sahasında, gençkızlar polo oynuyorlardı…
Benim çocukluğumda bu alan, fındıklıktı. Fındıklık daha sonra açık sinemaya,daha sonra da basketbol sahasına dönüştürülmüştü. Şimdi yan yana iki sahada amatör maçlar oynanıyor…
Köftelerimizi yerken düşündüm:
Fener, artık, ayrıcalıklı bir mahalle değil. Fener’in evleri yine yerli-yerinde, deniz ve tenis kulüpleri de öyle… İki yanları çınarlarla kaplı yollar, yine insanı alıp eskilere götürüyor, ama Fener’in sosyal kimliği değişmiş ! Büfeler, ızgara köfte tezgahları, çay ocakları ile mahalle, halklaşmış, sosyal bir dönüşüme uğramış… Fenerin kendisine özgü yaşam biçimi de yok artık… Mahalle, burnu hala havada eski bir Fenerli dostun deyişiyle “ avamlaşmış “…
Nedense bu beni biraz hüzünlendirdi, ama öte yandan da sevindirdi…
1940’lı yılların Fener’i bir zamanların Fransız mahallesi gibiydi !..
Dönüşte Kozlu yolu üzerindeki bir AVM’de biraz alışveriş yaptık, yola bakan bir kahvede çay içtik…Mağazalarda pek müşteri yoktu. Ünlü markaların ürünlerini satanlar bomboştu desem yeridir…
Yolda bir de tehlike geçirdik. Aniden fren yapan bir araca, Zehra’nın becerisi sayesinde çarpmaktan son anda kurtulduk.
Upuzun asfaltta kayıp giderken, Nazım esintili bir dize kurdum kafamda: İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Zonguldak şehri…
ETİKETLER : Yazdır