Hücre
13 Haziran 2011 11:57:14
Hücre, arapça bir sözcük, “ küçük oda “ anlamına geliyor. Özellikle dinsel yapılarda gözlenen duvar içlerindeki boşluklara da “ hücre “ deniliyor. Malûm, bir de tıbbi anlamı var hücrenin…
Biz bugün ilk anlamından söz edeceğiz.
Niye peki?
Çünkü, Silivri göndermeli hücre haberleri medyada yeniden popüler… Eh biz de, ne de olsa gazeteciyiz.. Günceli izlemek işimiz…
Seçim sonuçları üzerine birşeyler yazmak da olası değil şu an…
Hücreler, cezaevlerinde, problem çıkartan veya diğer tutuklu ve mahkûmlarla birlikte olması sakıncalı görülen tutuklu ya da mahkûmların konulduğu tek kişilik odalardır.
İstanbul Siyasi Polisinin ünlü Sansaryan Hanı’ndaki tabutluğu dahil hemen tüm hücre tiplerini bilen, oralarda kalmış birisi olarak bu konuda bir-iki söz söyleyebilecek durumdayım… Konuya “ kafadan “ girmemin nedeni bu…
Sansaryan Hanındaki Siyasi Polis’in tabutluğu, yan yana dört ( yoksa beş miydi ) hücreden oluşuyordu. Dikine bir tabut düşünün.. Altı-üstü ve üç yanı beton olsun.. Sadece ön kapağı tahta… İşte öyle bir şeydi bu hücreler.. Tahta kapağın göz hizasında 10x2cm. boyutunda bir yarık bulunuyordu; hava deliği… Eğer iri-yarı birisiyseniz, tabutluğun içinde çömelmeniz olası değildi; ayakta durmanız gerekiyordu. Tepede ise, çelik kafes içinde yanan güçlü bir ampul beyninizi yakıyordu…
Tabutluk bölümünden bir başka hücreler bloğuna geçiliyordu. Buradaki dört ( yoksa beş miydi ) hücre, tabutluğa göre adetâ cennetti! 2.5xl.5 metre boyutundaki hücrelerin kapısı demirdi. Tabanı halıfleks kaplıydı ve iki kişi yan yana yatabilirdiniz yerde…
Bu hücre bloğundan’sa ünlü 1946 tevkifatında tutuklanan TKP yöneticilerine, Şefik Hüsnü ve arkadaşlarına yıllarca cezaevi olan genişçe bir odaya geçiliyordu. Orada ranzalar vardı…
İstanbul Sağmalcılar’daki hücreler ise, Siyasi Polis’in hücrelerine kıyasla, nerdeyse bir otel odası konforundaydı! 4x2 metrelik hücrelerde yere monte edilmiş demir bir karyola, duvara monte edilmiş tahtadan açılır kapanır bir masa ile tabure bulunuyordu. Hücrenin dip tarafında ise, bel hizasındaki bir duvarla ayrılmış lavabo ve tuvalet… Tuvalet, alaturkaydı.
Hücre içinde gezinmenin olanağı yoktu. Hücrenin kapısı demir ızgaraydı ve raylıydı. Amerikan gangster filmlerindeki hapishane hücrelerini andırıyordu… Izgara demirlerin ortasında bir yemek tabağı genişliğinde yarık vardı. Tabağınızı oradan dışarıya uzatıyordunuz, gardiyan kepçeyi boca ediyordu… Gündüzleri, belirli saatler arasında havalandırmaya çıkma hakkınız vardı. Şu var ki, sudan bahanelerle bu hak çoğu günler askıya alınıyordu… Hücrelerde en büyük sorun, kedi büyüklüğündeki farelerdi. Öylesine devasa fareler vardı ki, alaturka tuvaletin deliğinden zor girip çıkıyorlardı. Farelerin saldırısına uğramamak için yatmadan önce el ve ağzın iyi temizlenmesi gerekiyordu. En büyük hata, karavana artığı bırakmaktı hücrelerde… Farelerin inanılmayacak kadar hassas koku alma yetileri bulunuyordu. Harbiye ve Selimiye’deki hücreler ise, geçici olarak kullanılan küçük çıplak odalardı. Sağmacılardaki hücrelerde bir yıla yakın bir süre kalmıştım. Uzun süre hücrede kalmak;kendi kendine konuşmak,türkü ya da şiir okumak veya küfretmek gibi olağan koşullarda pek de normal sayılamayacak davranış biçimleri geliştiriyordu insanda..Soyut bir kavram olan hava ve günışığı kavramları ise,şaşırtıcı bir nesnelliğe kavuşuyordu !..Sanırım,sürekli olarak günışığından yoksun yaşamak yol açıyordu buna… Biz kendimizi hücrede daha da yoğunlaşan isyan duysunun köpürttüğü romantizmle, kafesteki aslanlara benzetirdik.
Silivri’deki hücre sakini dostları düşünüyorum…
ETİKETLER : Yazdır