23 NİSAN
23 Nisan 2024 00:20:24
- Dünya Savaşı gelişmiş/emperyal ülkelerin bir önceki döneme göre değişen güçleri oranında dünyayı yeniden paylaşma savaşıydı.
Osmanlı devleti paylaşanlar değil, palaşılanlar arasındaydı. Bu yüzden savaşta yenik düştü, yer yer işgal edildi, parçalandı, esir alındı; devlet olarak çöktü.
Osmanlı feodal bir devleti, yönetsel bakımdan teokratik bir monarşiydi. Ya da bir padişahın yönettiği din/islam devletiydi.
Atatürk ve arkadaşları bu yıkıntıdan bir millet ve çağdaş/demokratik/seküler bir devlet çıkarttılar:
Yahut:
Feodal teokratik monarşi yıkıldı, yerine kapitalizm temeline basan bir milli demokratik devlet kuruldu. Ümmet millete ya da özgür yurttaşlar topluluğuna dönüştü.
Bu köşede millet kavramı üzerinde birkaç kez durdum. Ama bakıyorum kavramı hâlâ özümseyememiş geniş bir kitle ve hatta aydınlar var.
Millet, tarihi/olarak teşekkül etmiş bir insan topluluğudur. Bir tarihsel kategoridir. Yani tarihin belirli bir diliminde ortaya çıkar…
Batı avrupada milli devletlerden önce feodal devletler vardı. Feodal sistem, başlıca üretim aracı olan toprak rantına dayalıydı. Toprağa bağlı köylüler üretiyordu, soylular ve kilise onların ürettiği değerlerle varlıklarını sürdürüyorlardı. Köylüler toprağa bağlıydı, özgür bireyler değildi. Toprak ve köylüler, soylular arasında parçalanmıştı, bu yüzden ortak/milli bir Pazar yoktu.
Batı Avrupa’da ve Türkiye’de milletler ve çağdaş devletler demokratik devrimlerle doğdu ve gelişti.
Devrimlerin önderi Batı Avrupa’da yeni gelişen/kapitalist üretim tarzının önderi olan burjuvazi idi.
Osmanlı kendi iç-dinamiklerinin ya da sınıf çelişkilerinin yetersizliği nedeniyle yeni bir toplumsal sisteme geçememişti. Bünyesinde Batıdan esinlenen milli hareketler vardı, ama devrime önderlik yapacak bir devrimci öncü sınıfa/burjuvaziye sahip değildi.
Bu yüzden Milli Devrime/Kurtuluş Savaşına asker ve sivil aydınlar, terminolojik bir ayrımla küçükburjuva aydınları önderlik yaptı, peşinden gelen cumhuriyet devrimini de onlar gerçekleştirdi.
Devrim milliydi çünkü, kurtuluş savaşına dayanıyordu. Demokratikti, çünkü, antifeodaldi; toprağa bağlı köylüleri özgürleştirdi. Sonuçta bir millet ve milli demokratik devlet yarattı:
Millet olmanın beş ana karakteristliği vardır:
Toprak birliği: Sınırları belirlenmiş bağımsız bir vatan.
İktisadi/ekonomik yaşantı birliği: Parçalanmış iç pazarın bir bütün haline gelmesi.
Dil birliği: Aynı dili konuşuyor olmak.
Kültür birliği: Aynı kültürel, köle, sahip olmak.
Milli bilinç.
Ülkemizde bunlar pat diye gerçekleşmedi; ama başka ülkelerde uzun bir dönemi kapsayan süreç, devrimin getirdiği avantajlarla kısatıldı, bir anlamda yukarıdan aşağıya bir millet ve milli demokratik devlet yaratıldı.
Bu olağanüstü radikal dönüşüme cumhuriyet Devrimi diyoruz.
Bugün 23 Nisan. Türkiye Büyük Millet Meclisinin açıldığı tarihin (1920) 103. yıldönümü. Bir başka adıyla Çocuk Bayramı.
Atatürk’ün milli iradenin kurumsallaştığı bir tarihi Çocuk Bayramı ilân etmesi bir fantezi değildir. Atatürk, devrimin motoru olarak gençleri ve geleceğin gençleri olan çocukları görüyordu.
Devrim yeniydi. Onu korumak ve ileriye taşımak için taze/yeni beyinlere ve çağdaş dinamiklere yahut Devrim kültürüyle mayalanmış kadrolara ihtiyaç vardı.
Atatürk haklı çıktı. Cumhuriyet, karşı devrimcilerin engellemelerine rağmen o günlerin çocuk ve gençlerinin kuşaklar boyu el-ele vermesiyle 100 yıldır yaşıyor ve yaşayacak da.
**
Günümüzde hâlâ Cumhuriyet devrimi öncesini özleyenler, o dönemi idealize edenler ve yeniden hayata geçinmek isteyenler var.
Boşuna çabalıyorlar. Tüm nehirler gibi tarih nehri de ileriye akar.
Kutlu olsun.
ETİKETLER : Yazdır