MİLLİYETÇİLİK…
30 Mayis 2020 17:18:24
Milliyetçilik, insanlık tarihinin dünkü cocuğudur. Babası kapitalizmdir. 18.yüzyılı esas alırsak çok çok 300 yıllık bir geçmişi var.
İlk ve en berrak ifadesini 1789 Fransız burjuva devriminde bulur.
Milliyetçilik siyasal bir bakış açısıdır. Ama, o bakış açısının kapitalist üretim ilişkileri temelinde doğduğunu da unutmamak gerekir.
Milliyetçiliğin en yaygın tanımı, milli (ulusal) çıkarları, bireysel ve uluslararası çıkarların üzerinde görmek şeklindedir.
Buradan bakıldığında, milliyetçiliği, millet kavramıyla özdeşleştirmek olasıdır. Çünkü milliyetçilik en somut ifadesini milletle bulur.
Milliyetçiliğin fikir babası, 1789 Fransız devriminin de fikir babası olan Fransız düşünür J.J.Rouseau idi.
Rousseau, milli birliği yaratıp pekiştirmenin çaresi olarak her türlü insan etkinliğinin (manevi-siyasi) yaşamın odak noktası haline getirilmesini savunuyordu. Ayrıca, bütün yurttaşların genel iradeye (iktidara) katkıda bulunmasını öneriyordu. Bu amaçla her toplumda, toplumun özelliklerini dikkate alan siyasal yapıların kurulmasının gerekliliği üzerinde duruyordu…Demokratik bir yapılanmayı savunuyordu kısaca
O dönemde milliyetçiliğin başlıca iki yorumu vardı:Liberal (özgürlükçü) yorum ve muhafazakar (tutucu) yorum…
Liberaller milli farklılıkları kabül etmekle birlikte, uluslararası birliği de savunuyorlardı.
Tutucular ise, özellikle kültürel bakımdan daha içe dönük ve otoriter bir milliyetçiliği savunuyorlardı.
Genel olarak bakıldığında milliyetçiliğin tutucu yorumu, zaman içinde daha etkili hale geldi, derinleşti, yoğunlaştı. 1.Dünya savaşı bu anlayışın ürünüydü. Gelişen ülkelerin, değişen güçler oranında dünyayı yeniden paylaşmasıydı savaş…
İki büyük savaş arasında özellikle İtalya ve Almanya’da tutucu milliyetçilik ırkçılığa/faşizme dönüştü…
00
Bizde milliyetçiğin Tanzimat Batıcılığına tepki olarak doğan Yeni Osmanlılar, Jöntürk ve İttihat Terakki Cemiyeti’nin önderliğinde geliştiğini biliyoruz. Ancak, Türkiye cumhuriyetinin kuruluşuna kadar ortada bir Türk Milleti yoktu; çimentosunu islamın oluşturduğu ümmet vardı. Din temelinde yükselen feodal Osmanlı devleti, doğal olarak, milliyetçi akımlara kapalıydı.
Türk milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla özgün (orijinal) bir içeriğe kavuştu.
Atatürk milliyetçiliği, ırkçı değildi. Tutucu Bismark milliyetçiliğinden çok, Rousseau’nun milliyetçilik anlayışına daha yakındı, ama Türk toplumunun özelliklerini de sindiriyordu.
Türk tutucu milliyetçiliği ise, Alman ve İtalyan milliyetçiliğinden esinleniyordu: Irkçı ve yayılmacıydı…
00
Bugüne geliyorum…
Bugün güzelim ülkemizde iki milliyetçilik anlayışı var:
Manevi-dini bütün insan etkinliklerini biraya getirip onlara temsil hakkı veren demokratik-milliyetçilik ya da seküler (laik) Atatürk milliyetçiliği. Buna, tam bağımsızlık ilkesini öne iten ulusalcılık da deniliyor.
Türkçü/Turancı soy milliyetçiliği…
Bunun dışında bir sürü lagu luga milliyetçiliği de var. İslamcıların ağzına sakız olan yeniosmanlıcı milliyetçilik gibi. Bu sonuncusunun teorik bir temeli yok. Takiyye aracı gibi bir şey…
Çünkü, bunlarınki, Tanzimat’a tepki olarak doğan Yeni Osmanlı’cı değil Türk dilini, kültürünü,seküler siyasal
yapısını reddedip Araplaştırmaya çalışan gayrı-milli bir yapay milliyeçilik!.
Özetlersem…
Ülkesinin tam bağımsızlığını…Dilini…Kültürünü…Milli pazarını gözü gibi korumayanlardan milliyetçi olmaz. Çünkü bunlar olmadan, milli ruha sahip olunamaz.
Atatürk, “yurtta barış dünyada barış”diyordu.
Bu slogan, içerde, milli ruh şeklinde bütünleşen toprak, Pazar, dil ve kültür birliğini savunur.
Milliyetçilik savındaki herkes şu soruyu sormalıdır kendisine:
Ben hangisiyim ?..
Not:Bu yazı milliyetçiliği idealize etmek için yazılmadı. Ne olup olmadığını ana hatlarıyla anlatmak için yazıldı…
ETİKETLER : Yazdır