Belki…
31 Mart 2017 11:19:14
Dilimdeki en büyülü sözcük bu; BELKİ…
Kötümser biri olmadım hiç: Belki de, bu sözcük sayesinde…
Karamsar biri de değilim: Umudumu yitirmedim hiç:
HEP; Belki penceresiden baktım yaşama, yaşadıklarıma.
Ne demektir belki penceresinden bakmak?
Yaşadığımız bir olay, duyduğumuz bir söz, uğradığımız
bir kaza, bir yitim karşısında, bizi ayakta tutabilecek bir
yaklaşım, hoşgörü, özveri, dayanç, direnç veren bir bakış:
(Belki bunu demek istememiştir. O da insan benim gibi, bu
iş fedakârlık istiyor galiba. küsmekle ne geçer elime, yaşama
sevinci önemli benim için gibi tümcelerle anlatabileceğim)
ve olayların akışını zamana bırakma anlayışıdır, bana
göre.
Hani bir söz var dilimizde! “Öfkeyle kalkıp zararla oturmak”.
Böylesi bir durumda, ileride sizi tedirgin etmeyecek,
öfkenizi bal eyleyecek bir süre, bu belki… Kendinizle barışık
olmanın; çevreyle, eşiniz dostunuzla da barışık yaşamanın
kapısı da olabilir, bu belki…
Belki, kuşkuyu, şüpheyi ortadan kaldırır mı? Kaldırmaz,
ama sizi daha sağlıklı, daha iyi, daha doğru, daha yerinde
düşünmeye, kararlar vermeye götürebilir…
Belki, yersiz telaşları azaltıp bir rahatlığa da kavuşturur
bizi. Yılı ne kadar olursa olsun kısa sayılan ömrü, kendimize
zehir ede ede, içimizi kemiren kurtları ürete ürete yaşamaktan
da alıkoyar, en azından.
Sevgileriniz nefrete dönüşmez, belkiyle. Yanlış yapanı
utandırabilirsiniz de. Hatta büyürsünüz onun gözünde. Öz
güven de kazanırsınız, karşınızdakine güven bile aşılayabilirsiniz.
Hani reklamlarda deniyor ya, “Büyük düşünün”
gibi geniş düşünün; dar kalıplara sıkışıp boğulmayın derelerde…
Okyanuslara açılın demek istiyorum.
Burada bir itirafta bulunayım: Bu belkiyle, içimdeki yasaklardan,
yasaklamalardan da kurtuluyorum, ben. Kendimi
saklama gereği de duymuyorum. Her yönümle, her
şeyimle açığım herkese. Almaktan çok, verici kıldı beni bu
bakış açım. Dahası, anlaşılmayı beklemek yerine, anlamaya
çalışıyorum, insanları.
Hani, “çıkmadık canda umut vardır”, örneği; yaşama sevinçle
bakan, sevgiyle insana yaklaşan, çıkarıyla toplum
yararını dengelemesini bilen birkaç kişiyi böylece kazanabiliriz,
umudu olarak da değerlendirilebilir bu yazımın
amacı.
Toplumsal sıkıntılarımızın temelinde, uzun yıllardır eğitiminde
felsefeyi, mantığı ve sosyolojiyi ders olarak okutamayışımızın
büyük payı olduğunu düşünüyorum. Gerçi,
seçmeli ders olarak konuldu ama, seçen kim, kaç kişi, meraklısından
başka. Öyle kafa yoracak, sınıf geçmeyi zorlaştıracak
dersi, bırakın öğrenciyi hangi veli ister ki!
Kendisiyle yüz yüze gelmekten korkan bir toplum olduğumuzu
yadsıyamayız. Bunda, anne babaların kendilerinin
geçmişini gizleme, çocuklarından saklama alışkanlığımızın
da rolü var kuşkusuz. Bir dönem çocukları korkuta korkuta
büyüttük. Şimdilerde, çocuklardan korka korka yaşlanıyoruz…
Yanlış mı söylüyorum?
Bir değişim, neyin gereği olursa olsun, yaşamı kolaylaş
tırmanın, sevmenin, sevdirmenin akılcı, çağdaş ve yaşamsal
yöntemlerini içermeli ki, açık, dürüst; eleştiriye de, özeleştiriye
de belki penceresinden bakmanın rahatlığını hep
birlikte yaşayalım.
Belki; yanlışın karşısına doğruyu, çirkinin önüne güzeli, kö
tünün yerine iyinin konulmasıdır, belki de. Ne dersiniz?
ETİKETLER : Yazdır