ÖYKÜNÜN İÇİNDEN ÖYKÜYE YOLCULUK
24 Subat 2021 10:45:49
Hasan Hüseyin Yalvaç
“Eyüp Bülent Yardımcı kardeşime”
İnsan birden dalıp gidiyor işte. Her öyküde, şiirde veya herhangi bir sanat eserinde olmuyor bu dediğim dalgınlık. İyi eserde oluyor, çağırıyor seni içine ve kendinde yoğuruyor. Deli Hilmi’de yaşadım böylesi dalgınlığı. Birisini anlatayım. ‘Leyla’ adlı öyküde, öykünün kahramanı oltasına takılan genç kefale, her yeme dalarak aldanmaması için nasihat eder ve kafasına bir öpücü k kondurarak yeniden yurduna, denize bırakır. Hepimizin bildiği ‘katiline aşk değil, katilin kurbanına aşkı gibi bir düşünce üretse de, vicdan daha önlerdedir. Bu öykünün tam burasında, Fikret Otyam’ın ‘Gide Gide’lerinin birisinde okuduğum ve bizzat Fikret ağabeyden de dinlediğim ceylanın öyküsü geldi dayandı yazmanın kapısına. Ava çıkarlar Urfa dolaylarında. Gecedir. Jipin farlarına iki ceylan takılır ve bir kovalamaca başlar. Ceylanlardan biri sapar dağlara, diğeri yorulur yığılır kalır yere. Tüfekler ona doğrultulmuştur. Ceylanın gözlerinden dökülen yaş, yazarı ve diğerlerini sonsuza dek silahlarını bırakma eylemine götürür. Kefalin başına konan öpücük barıştır ya da barışa çağrı.
Bir anda kendimi Eski Foça’da sandım. Yıl 1965-66’lar olmalı, büyük Deniz’deki Askerlik Şubesi’nin önünden, sahil boyu Küçük Deniz’e doğru yürüyorum. Çok kefal avlamışımdır oralarda çapmayla. Egenin balıkları hem çeşitlidir hem de kültürlü. Sıcak kanlıdırlar, inanırlar size ve tez avlanırlar bu karakterleri yüzünden. Okulumun alt tarafından, buzhanenin alt yanından geçerek kahvehanelerin oraya varıyorum. Buralarda da çok çıraklık yaptım sabaha karşı saat üçlere dörtlere kadar. Kafasından öpülen kefal aklımda ama bu yürüyüşümün onunla ilgisi yok gibi. Öyle düşünüyorum kafamın arkasında başka şeyler olabilir mi? Bilmiyorum.
Kahvelerin olduğu Küçük Deniz’in burnundan kıvrılarak, Yeni Foça yönüne saptım. Araba yolunu sağda bırakarak, sahilden yürümemi sürdürdüm Mersinaki’lere doğru. İlerlerde, Siren Kayalıkları’nda Homeros bir şeyler yazıyordu, biliyordum. Rahatsız etmek niyetinde değildim ve yarım adaya dönüp uç tarafa doğru yürümemi sürdürdüm. Sol tarafımda, tepedeki okuduğum ortaokulumu gören tarafta, denizde bir kaynaşma dikkatimi çekti.
Genç kefalin kafasına öpücük konduran ve onu yeniden vatanına, denize bırakan öykü kahramanı geldi aklıma yeniden. Sahafa girmesi, bir kadına tutkunlaşması, piramitler, mumyalar ve aşkın galibiyetiyle sonlanan bir öyküyü sürdürüyordu. Yazar, öykünün akış coşkusuna kendini kaptırmış tüm dünyayı, olumlu olumsuz yönleriyle öyküsünün içine sokmak istiyordu. Anlıyordum hak veriyordum da.
Sıçramalar sürüyordu. Benim öykü kahramanıyla birlikte uzaklara gitme niyetim yoktu. O kefalin izini sürecektim. Ama tam burada yazarın da, benim de ortak tanıdığımız olan, rahmetli Dinçer Sezgin’le yaptığımız ‘çok sonlu öyküler’ başlıklı söyleşilerimiz aklıma geldi. Ayrıca bu öykünün yazarıyla da konuştuk aynı konuları. Düşünce ve gözlem zengini olmak çok çok önemli, çok sonlu öyküler yazabilmek için.
*
Birbirleriyle ne yaptığını anlayamadığım balık kaynaşması, birden bıçak gibi kesildi. Bir balık kafasını çıkardı. Bu bir kefaldi ve başının üstündeki öpücük duruyordu. Tanıdık birbirimizi ve merhabalaştık. O yolculuğunu sürdürmek için yeniden yurduna, denize dalarken ben de geri dönüp yönümü Mersinaki’deki zeytin ağaçlarına ve alıçlara çevirdim. Uzaktan Homeros’un sesi geliyordu.
Ama ben Homeros’tan şanslıydım. Onun, kafasında öpücük olan bir kefal’i yoktu.
*E. Bülent Yardımcı, Deli Hilmi, Öykü, İmgenin Çocukları Yayınları, Ankara, 2020.
ETİKETLER : Yazdır
Yorumlar
Yorumlar, editörlerimiz tarafından onaylandıktan sonra yayınlanır. Kanunlara aykırı, konuyla ilgisi olmayan, küfür içeren yorumlar onaylanmamaktadır.
Henüz bir yorum yapılmamış