
ÜCRET-FİYAT DÖNGÜSÜ !
31 Temmuz 2025 00:05:21
Enflasyon arz-talep dengesizliğinden doğan ekonomik-sosyal bir olaydır. Bir toplum da mal ve hizmet arzı talebin altında kalmışsa orada fiyat yükselmeleri olur. Toplu fiyat yükselmelerine enflasyon diyoruz.
Bizim gibi çift paralı (lira-döviz) ülkelerde enflasyona döviz fiyatındaki yükselme yolaçar. Döviz fiyatındaki yükselme, arz-talep dengesizliğine koşut olarak ortaya çıkar ve dış ticaret açığı şeklinde belirlenir.
Enflasyonist baskının sorumlusu elbette ekonomiyi de yöneten siyasal iktidar/iktidarlar şeklinde karşımıza çıkar.
Tekelci-kapitalizmin egemen olduğu (bizim gibi) ülkelerde ülkeyi yönetenler enflasyonist baskıya işçi ücretlerindeki artışların neden olduğunu ileri sürerler. Yüksek enflasyonun görüldüğü kriz dönemlerinde alınan belli-başlı önlemler de bu gerekçeye dayandırılır.
İşçi ücretlerinin yükselmesinin enflasyonu tetiklediği savı tekelci kapitalizmi belli-başlı ideolojik silahlarından birisidir.
Şöyle savunurlar kendilerini: Ücret artışları talebin yetersiz kalmasına yolaçıyor. Arz-talep uyumu için başvurulan ithalat içerde döviz kurunun yükselmesine neden oluyor, o da fiyatları arttırıyor.
Peki çare ?
Şöyle böyle 600 yıllık ekonomik deneyime sahip kapitalizm çareyi iki şekilde formüle etmemiştir.
Bunlardan birisi Deflasyon’dur, diğeri de onun daha detaylandırılmış şekli olan Kemerleri Sıkma Politikasıdır.
Her iki formül de paranın arzının daraltılması, bu şekilde özel ve kamunun harcamalarının kısıtlanması, amacını güder. Talep bu yolla düşünce, ücret/fiyat döngüsünde görece uyum sağlanarak enflasyon baskılanır.
Denilebilir ki kapitalistlerin işçilerin ücret zamlarına karşı kullandıkları en önemli kalkan, ücret artışlarının enflasyonu tetiklediği savıdır. Bu sav, özellikle ekonomileri üretime değil, tüketime-ranta dayalı ülkelerde daha çok karşımıza çıkar.
En son iktidarın 600 bin kamu işçisine bir yıl için enflasyon oranında (aslında altında) zam önermesi bunun tipik bir örneğidir.
İşçi ücretlerindeki yükselmelerin enflasyonu tetiklediği savı doğru değildir. Ücret artışları tek tek işletmelerde (ve toplamda) işçilerin ürettiği ek değerin azalmasına yolaçar. Bu, teorik olarak sosyal hasılanın (milli gelir diye okuyun) paylaşımında işçileri görece avantajlı hale getirir. Ancak işverenler buna ya da milli gelir bölüşümündeki oransal değişim ile tek tek işletmelerde bunun kâr marjlarını olumsuz etkilemesine razı olmazlar. Milli gelirin adaletsiz bölüşümünün aynı kalması ve kâr marjlarının düşmemesi için işçi ücretlerinin düşük tutulmasını, gerekirse dondurulmasını isterler. Her ücret artışındaki farkı maliyete yükleyerek fiyatların yükselmesine yolaçarlar.
Güzelim ülkemizde milli gelirin yüzde 45’ni nüfusun yüzde 20’si paylaşırken, geriye kalanını nüfusun yüzde 80’i paylaşıyor örneğin…
Bu pencereden bakıldığında enflasyonu dizginlemenin beli-başlı önlemlerinin, üretim artışını teşvik için işçi-memur ücretlerinin artırılması, vergilerin demokratize edilmesi, emisyonun (para basımının) sınırlanması, tasarrufların reel sektöre kanalize edilmesi, teknoloji transferi vs. gerekir öncelikle.
En temel sorun ise, üretim artışıdır. Arz-talep dengesizliğinin ithalat gerek duyulmaksızın sağlanması enflasyonun başlıca ilacıdır. Ama sistemin üzerine oturduğu sosyal eşitsizlik buna engel olur.
ETİKETLER : Yazdır







