
Konuşamamak… Türk Kültüründe Duyguların Susturulması…
26 Temmuz 2025 00:45:48
Henüz duyguları tanımadan aslında duygularımız bedende bir yer kazanıyor. Her duygunun bedende bir yeri oluyor. Duyguları bedenen yaşıyoruz. Ev ortamında bir gerginlik yaşandığında ya da annenizin size gülerek baktığı zaman bile sizde yarattığı o duyguyu ilk beden kaydediyor ve duyguları bedenimizle tanıyoruz. Konuşmaktan, yürümekten önce duyguları tanıyoruz. 2-6 yaş aralığında ise duygulara isim veriliyor ve onları ifade etmeye başlıyoruz. Fakat bu duygulara alan açılmadıkça, ifade edilebilir olmuyor. Duyguları paylaşmak güvenli gelmiyor konuşmamak bize kültürel bir miras olarak kalıyor. İçeride fırtınalar kopsa da o fırtınaları dile dökecek kelimeler kayboluyor. Sonunda yetişkinlikte ise neler hissettiğini anlayamaz hale geliniyor.
Bazı aile dinamiklerinde çocuk üzüntüsünü, öfkesini dile getirmeye çalıştıkça “ne var bunda bunun için mi agliyorsun” “anneyle babayla böyle konuşulmaz” “abartma” gibi cümleleriyle karşılaşılır. Böylelikle çocuğun duygusu görülmez ya da küçümsenenir. Çocukta, “susarsam görülürüm, konuşmak ve hissetmek tehlikelidir” der.
Duyguları hissetmek yerine bastırmak normal bir hal alır. Bu durumda yetişkinlikte duyguları tanımayan ifade edemeyen bireylere dönüşmesine sebep olur. Hatta bu durum utanç duygusunun yerleşmesine de yol açar. Aile dinamiklerinde çocuğun güvenli sınırlar içinde kendini ifade edebilmesine izin verilmelidir. Kendini ifade edemeyen bir çocuk kendini de tanıyamaz.
Toplum olarak duyguların değil, davranışların önemsendiği bir yapıda büyüdük bu yüzden duyguları anlamayı ve onları ifade etmeyi öğrenemedik. Çünkü duyguları ifade etmek “zayıflık” olarak görüldü. Örneğin erkek çocukları “erkek adam ağlamaz” “duygusal olma”, kız çocuklarına ise “sessiz dur” denildi. Bu da içinde ne yaşasanda belli etmemeyi öğretti bizlere. Duyguları hep bastırır olduk.
Duyguları bastırmak aslında onları yok etmiyor. Daha da derine kazınıyorlar. Duyguları bastırmaya çalıştıkça onların kendini farklı şekillerde göstermek gibi bir huyu var. Bazen bir mide yanması ya da ağrısıyla, bazen ani öfke patlamalarıyla, bazen uykusuzlukla, bazen içe kapanma ile su üstüne çıkarıp gösterir kendini. Beyin ve beden, o duyguyu çözmeden bırakmıyor. Duyguların size vermek istediği bir mesaj var: “Beni farket anla ve hayatında değiştirirmen gereken şeyler var.”. O yüzden rüyalarla, fiziksel semptomlarla ve tetikleyici bir durumla karşılaşıldığında o duygular aniden ortaya çıkıyor. Duyguları bastırdıkça onları tanımakta zorlaşıyor. Duyguları bastırdıkça ortadan kaybolmadılar daha derine gömüldüler.
Bu durumun yanında tabii ki de her zaman her yerde duyguları yaşamak ifade etmek mümkün değildir. Zaman zaman bastırmak durumunda kalabiliriz. Ancak bu bastırmak hayatın geneline yayılmaya başlamışsa artık bir savunma aracı haline dönüyor.
“Konuşamıyorum içimde ne olduğunu bilmiyorum.”
İşte bu problem sadece aslında bireysel değil kolektif bir deneyime dönüşüyor. Ailede duygular konuşulmazsa çocuk da yetişkin halinde konuşamaz oluyor. Halbuki konuşmak sadece kelimeleri art arda sıralamak değil, kendinle temas edebilmektir. Duygunun ne olduğunu fark etmek onu iyi ya da kötü diye adlandırmaktan ziyade ona bir isim verebilmek ve onu başkasına aktarabilmek, kendini ifade edebilmek sağlıklı bir ruhsal yaşamın temelidir.
Terapi odasında da bireyin duygularla temas edebilmesine alan açmış oluyoruz. Duygulara temas etmek sandığımız kadar tehlikeli değil
Aksine iyileştirici bir gücü var. Terapi odasında bu sessizligi kırıyoruz.
Hissettikçe ve hissettiklerinizi paylaştıkça gerçek anlamda var oluruz.
Klinik Psikolog - EMDR Avrupa Akredite Terapisti M. Melda YENİN ÇİL
ETİKETLER : Yazdır







