PAZAR SOHBETİ
25 Ekim 2020 20:57:56
Bizden önceki kuşak, yazılarında kendinden ve ailesinden sözetmeyi sevmezdi. Ayrıca, “ben” sözcüğünü de kullanmazlardı, biz derlerdi…
Çok zorunlu olarak kendilerinden/ailelerinden sözedecek olsalar, okurdan özür dileyerek yaparlardı bunu…
Babam Ahmet Naim (Çıladır) sık sık şöyle derdi örneğin:
“Biz haber verelim, ama haber bizden çıkmasın…”
Bu, hem “haber olmayalım” anlamına gelirdi, hem de özel sorunlarımızı toplumsal sorunların önüne geçirmeyelim anlamına…
Bizim kuşak, örneğin ben, bu geleneği yıktık:
Biz’i ben yaptık, gerektiğinde özel yaşamımızın bazı karelerini okurla paylaşmaktan çekinmedik. Bizli-sizli duvarları aştık, okura sadece kalemimizi değil, elimizi de uzattık, içimizi açtık…
Yazar-okur arasında daha sıcak, daha insani, daha paylaşımcı bir iletişim sağlama yolunu tuttuk…
Ben kendi adıma, başarılı oldum mu olmadım mı bilmiyorum ama, Türkiye’nin gelmiş-geçmiş en büyük köşeyazarı olan Bekir Coşkun bunu fazlasıyla başardı…
Ne yazık ki O’nu birkaç gün önce sonsuzluğa uğurladık…
00
Biz Çıladır ailesi, birkaç yıl öncesine kadar dört kişiden oluşan çekirdek bir aileydik. Sina evlendi, eşi Büşra da katıldı bize, beş kişi olduk.
Ben bugün, bu köşeye hemen hiç konuk olmayan büyük oğlum Ahmet Naim’den sözedeceğim. Çünkü sözedilmesi ve örnek alınması gereken özellikleri olan birisidir Ahmet Naim…
Biz iki Sina, şehir çocuğuyuzdur. Zehra ile Ahmet Naim, doğa çocuğu…
Biz, iki Sina, kentlerin curcunasından hoşlanırız; Zehra ile Ahmet Naim doğanın dinginliğinden…
Sözgelimi Zehra’nın küçük bir “hobi bahçesi”vardır. Boş zamanlarında onunla uğraşır durur. Sebze, meyve, çiçek yetiştirir. O’nun için çiçeklerle meyve ve sebzelerin bir ayırdı yoktur. Tüm bitkileri sever O. Birşeyler üretmek, her gün birkaç saat toprak anayla kucak kucağa yaşamak her şeydir O’nun için…Bazen, çiçeklerle, meyvelerle konuştuğu bile olur…
Ahmet Naim de annesi gibidir. Boş zamanlarında hemen doğaya koşar. Her yıl sayısız fidan diker dağlara: Akasya, ıhlamur, ceviz…Hobi olarak arıcılık yapar. Sincabı, kaplumbağası, yılanları, börtü böceği hatta yaban domuzları ve çakallar onun dostudur. Onların yaşam alanlarına dokunmaz hiçbir zaman…
İyi de bir sualtı avcısıdır. Kış hariç üç mevsim vahşi denizlere dalar. Özel giysilerleriyle sualtı avcılığı yapar. Yumurta zamanı balık vurmaz. Ayrıca av yaparken ekolojik dengeyi gözetir. Birden fazla balık vurmamaya itina eder… “Doğayla birlikte yaşamak için, doğanın yazılı olmayan kurallarına riayet etmek gerekir”der:
Şunu da O’ndan öğrendim:
“Doğanın besini doğadır, ama ölçülü tüketmek gerekir. Doğayı sevmek için, onunla birlikte yaşamak ve onu anlamak gerekir…”
(Ola ki bu satırları okuyan bir vejateryan, içisıra ünlü tekerlemesini mırıldanacaktır: “Hayvanlar benim dostumdur, ben dostalarımı yemem.”
Çok albenili bir tekerlemedir bu; ancak, dostu olan hayvanların doğa koşullarında birbirini yediklerini es geçer. İnsan da doğanın bir parçası değil midir..)
00
Ben yaşamım boyunca hiç ağaç dikmedim. Bunu utanarak söylüyorum (Sadece Zehra’nın bahçesine bir tane soğan diktim…)
Doğa dostu bir eşe ve oğula sahip olmak bu eksiğimi giderir mi bilmiyorum ?..
00
Geçenlerde Ahmet Naim’e sordum:
“Bir ceviz fidanı kaç yılda ceviz verir ?”
“Ortalama beş yıl”dedi.
Kemer dağının bir köşesine bir ceviz fidanı dikmeye karar verdim. Cevizini göremesen bile dallarına konan kuşlara adımı fısıldar hiç değilse:
“Şehir çocuğuydu ama, doğa dostuydu…”
ETİKETLER : Yazdır