BAYRAMLARIN ÖTEKİ YÜZÜ
31 Temmuz 2020 22:26:46
Yoksulluk, en iç burkan, en zehirli, en vahşi haliyle bayramlarda somutlaşır.
Bir de bayram çocuklarında !
Bayramlar insansı duyguların en zarif biçimleriyle yaşandığı günler olarak tanımlanır.
Bir de yoksul çocuklara sorun!
Bir de onların çaresizliğin içini lime lime ettiği emekçi babalarına ve özveri anıtı analarına…
Yoksul çocukların da hayalleri sınırsızdır.
Ama, olanakları, sınırlıdır. Bu somut gerçek, bayram sokaklarında rugan ve ipek ile plastik ve basmayı yan yana getirir…
Dayanılmaz bir manzaradır.
İyiye-güzele duyulan özlem, gizlenen gözyaşına dönüşüp içlere akıtılır…
Haince bir kibir ve bağışlayıcı bir aşağılama, içlere akıtılan gözyaşlarını yoğunlaştırır…
Bayram sabahı ana şefkatinin titrek elleriyle bağlanmış kırmızı kordela soluklaşır, teneke bilezik, altın künyeye yenik düşer. Bez pabuç, deriye…
Gıcır gıcır bir bisiklet hepsinin çaresiz gözleri ardına takıp kaybolur…
Bayramların da sınıfsal bir karakteri vardır. Bunun en çok acısını bayram çocukları ile yoksul aileleri çekerl…
Şıngır mıngır bayramlar, hırsız müteahhitler ve onun gibiler içindirl…
Balzac, ikiyüz yıl önceden, “her servetin arkasında bir cürüm (suç) gizlidir” diye bağıra dursun, hırsızlar güler geçer. Düzen onlarındır çünkü.
00
Çocukluğumun bayramları geliyor aklıma…
İkinci savaş yılları…
Ekmek karneye bağlanmış; et, süt, yumurta gibi gıdalar karaborsada…
Babam (Ahmet Naim) Fransız ve Hollanda bandıralı şileplerden ne yapıp ediyor eve süt tozları, yumurta, gravyer peynirleri, bazen salam ve jambon, margarin gibi şeyler taşırdı. Savaşın çocuk belleğimde derin izler bırakmaması için di bu çaba.
Annem de yoktu. Babamla ben üç yaşımdayken ayrılmışlar. Sık sık değişen bakıcılar soğuk ve mesafeliydi…
En çok bayramları özlerdim. Hepsini ! Çünkü bayramlar bir şeylerle gelirdi hep:
Bir rugan pabuç…
Pompalı mızıka…
Çeşitli giysiler…
Ve evin geniş koridorunda sürdüğüm üç tekerlikli bisikletim gibi…
Babam, bayramlık armağanlarını değişik bir yöntemle verirdi:
Bayram sabahı uyanırdım, yatağımın tam üstündeki avizede sallanan kutuları görürdüm. Kutuların altında da el büyüklüğünde bir kağıt. Ve kağıtta bir imza: Cimbav…
Henüz okullu değildim. Sadece cimbav’ı okuyabiliyordum resim filan gibiydi benim için. Babamın harika bir kaligratifi vardı.
Çocuk aklımın zaman zaman karıştığını hala anımsıyorum. Cimbav düşsel bir yaratık mıydı, örneğin Noel Baba filan gibi, yoksa babam mıydı ?..
Yıllar geçtikçe bayramları değil, Cimbav’ı bekler olmuştum…
Bayram, benim için Cimbav’dı o yıllar. Ona tutunmuştum.
Bayram sokakları cıvıl cıvıl olurdu. Mahallenin iç taraflarında oturan Rus kökenli bir urgancının kızı Nazlı’nın buram buram özenilmiş yoksulluk kokan üstü başıyla bir duvar dibine çekilip geleni geçeni seyretmesi hala belleğimde…Bazen çömelir usul usul ağlardı…
Hiçbir şey yapamazdım.
00
Bayramların bir de öteki tarafına bakmak gerekir. Oralara bakmayanlardan aydın da olmaz insan da…
ETİKETLER : Yazdır