DENİZ’Lİ, MAHİR’Lİ BİR DİPNOT…
07 Mayis 2020 19:07:56
Bizim sol taraflarda anı yazma geleneği yoktur.
Çünkü solcu, mücadele insanıdır. Son nefesine kadar bir şekilde mücadele eder:
Müziğiyle, resmiyle karikatüriyle, oyunuyla, filmiyle, romanıyla, öyküyle, yazısıyla, sazıyla sözüyle, eylemiyle…Yaşamın içinde sadece gözleri kaldıysa, bakışlarıyla…
Örneklerini görmüşümdür…
Yaşamı anlamlı kılan mücadeledir.
Anılar ölü zamanları anlatır, bu yüzden son düzlükte yazılır.
Son nefesine kadar mücadele eden birisinin anı yazacak son düzlüğü olmaz.
Anılar, onları yeniden “canlı”kılacak birileri varsa bir işlev kazanır, yoksa anı olarak kalır.
Aşağıda yazacaklarım anı değil. Daha önce biyografı yazarlarının, araştırmacıların, belgeselcilerin günyüzüne çıkarttığı siyasal geçmişimize ait bir dipnot sadece…
00
1970’li yıllar…
Kartal Maltepe Askeri Cezaevindeyiz.
Mahir’i (Çayan) getirdiler.
Selimiye’de tecritteydi. 1 nolu THKP-C davasının savunma aşamasına çok bir şey kalmamıştı.
Mahir ( sonradan bana anlattığına göre) tecritte bir eli karyolaya kelepçeli olarak tutuluyordu. Yemeğini öyle yiyor, ancak el yüz yıkamak için filan lavobaya gittiği sıralarda kelepçesi çözülüyordu. Tecritte, yine bir eli kelepçeli olarak 50 sayfalık bir savunma taslağı yazmış ve bize göndermişti. (inanılmaz güzellikte bir kaligrafisi vardı.) Avukatlarının, toplu savunma hazırlamak için O’nun Kartal’a nakil istekleri nasıl olduysa kabül görmüştü.
Biraz soluktu. Yakalandığı çatışma sırasında kendini öldürmek istemişti. Ancak sol eliyle (solaktı) kalbine ateş etmek isterken Colt tepmiş, kurşun karnının yan tarafına girmişti.
Ameliyat, hastane günleri, tecrit…Nihayet bir araya gelebilmiştik.Kurşun yarasının olduğu tarafa doğru hafifçe kaykılarak yürüyordu, ama güleç yüzünü, muzipliğini yitirmemişti…
O, ben ve Ulaş (Bardakçı) Mahir’in savunmasını yazacaktık; çok yoğunduk. Çünkü gerçekte tüm örgütün savunması olacaktı bu.. Ama, Mahir bir türlü savunmaya konsantre olamıyordu. Sigara üstüne sigara içiyor, sık sık kapıaltı voltası atıyor, pek yemek de yemiyordu…
Bir gün savunmaya çalışıyorum. Yanıma geldi. Pat diye sordu:
“Deniz’ler için ne yapabiliriz?”
Bana bakıyordu, ama beni görmüyor gibiydi.
Sorusunu yineledi. Anladım. Kimbilir ne zamandır kafasının içinde dönüp duran bir soruyu paylaşmak istiyordu…
Deniz, Yusuf ve Hüseyin, 12 Mart darbecilerinin Sıkıyönetim mahkemesinde yargılanmışlar ve idama mahkum edilmişlerdi.
Suçları, tam bağımsız gerçekten demokratik bir Türkiye özlemiydi…Mustafa Kemal Türkiyesi! Onun için mücadele ediyorlardı…
Büyük suçtu!
Böyleleri sallandırılmalıydı ki başkalarına ibret olsun!
Öyle yaptılar.
Birşey yapacak durumda değildik.
Denizlerin yoldaşları vardı cezaevinde: Cihan Alptekin, Osman Bahadır, Ömer Ayna aklımda kalanlar…
Meğer onlar, koğuşlarının içindeki kullanılmayan bir tuvaletin beton zeminini delerek tünel kazmaya başlamışlardı. Bize daha sonra söyleyeceklerdi bunu…
Mahir’in neşesi yerine geldiydi…
Bilinen gelişmeler yaşandı sonra:
Cezaevinden kaçış, Denizleri kurtarmak için bir rafineride İngiliz teknisyenlerinin rehin alınması ve Kızıldere…
Mahir’lerin yurtdışına çıkma olanakları vardı. Denizler için yaptıkları eylem gecikmelerine neden olmuştu…
68 kuşağı böyle bir kuşaktı işte:
Paylaşımcı, dayanışmacı, dibine kadar yürekli ve dibine kadar vatansever.
Denizlerin 48. Ölüm yıldönümünde, baktım, namuslu yayın organları onları anıyor…
Onları öldüren faşist generalleri kim anıyor peki ?!..
Tarihin çöp tenekesinde çoktan çürüyüp gittiler. Bir dipnot bile olamadılar…
Tarihi halklar yazar. Halkın yanında değilseniz, yeriniz şimdiden çöplüktür!.
ETİKETLER : Yazdır