MADENCİ EDEBİYATINDA SİMGE İSİM - AHMET NAİM ÇILADIR - (1904-1967)
04 Aralik 2019 19:45:13
Ahmet Naim ÇILADIR ismi ile tanışmam ilkokul sıralarındayken babamın kütüphanesinde yer alan KUDUZ DÜĞÜNÜ ve BİR YUDUM SOLUK adlı kitaplarını okumam sayesinde oldu. Oğlu Sina ÇILADIR babamın kadim dostudur. Hatta kardeşim Özgür doğduğunda babam daha hastane işlemleri ile uğraşırken kardeşime adını veren bunu Şirin Ereğli Gazetesindeki haberi ile tescilleyen de Sina Ağabeydir. Babam ona çok değer verdiğinden Özgür ismini benimsemiştir.
2-3 yıldır amacım rahmetli Ahmet Naim ÇILADIR konulu bir makale yazmaktı. Kısmet bugüneymiş.
Gazeteci, araştırmacı ve öykü yazarı olan Ahmet Naim ÇILADIR, ya da dostlarının deyimiyle “Kanca Ahmet” 1904 yılında İstanbul’da doğdu. Eyüpsultan Reşadiye İlkokulunu bitirdikten sonra, liseyi Konya Sultanisi’nde okudu. Çok genç yaşta yaşamını sürdürebilmek için çalışmaya başladı. Ağır beden işlerine karşın kendi kendini yetiştirerek ayakta kalmasını bildi. Bu süreçte kendi çabasıyla iyi düzeyde Fransızca öğrendi. Askerlik görevini bitirdikten sonra, Zonguldak Ticaret Odası’na memur olarak girdi. Daha sonra Ereğli Kömürleri İşletmesi’nde (EKİ) çalıştı. Maden İşçileri Sendikası’nın ilk kuruluş çalışmalarına katıldı. İstatistik Servis Şefi iken 1957 yılında emekli oldu.
(1) Ahmet Naim ÇILADIR, Zonguldak Kömür Havzası ve kömür işçilerinin yaşamları ile ilgili ilk öyküleri yazmıştır. Bunlardan bir bölümü, 1935-1944 yılları arasında Yedigün, Yurt ve Dünya dergilerinde yayımlanmıştır. 1934-1938 yılları arası onun yazarlığı bakımından en verimli yıllar olmuş, bu süre içinde, “Bir Müstemleke Harbinin Tarihi” ile “Zonguldak Kömür Havzası”adlı, ekonomik konulara değinen iki inceleme kitabından başka, “Define” ve “Uzun Mehmet”adlarında iki de oyunu yayımlanmıştır.
Ahmet Naim, daha sonraki yıllarda, İstanbul’daki başka dergi ve gazetelere arada bir yazılar yollamıştır. Bu yazılar onun Zonguldak ve çevresinde ününü yaygınlaştırmış, ama yurt çapında tanınmasını bir türlü sağlayamamıştır. Hele öykülerinin kitaplaşamayışı, Türkiye’nin büyük bir üretim bölgesinde emeğin ne yollardan sömürüldüğünü anlatan “sanatla işlenmiş belgelerin zamanında okunmasını engelleyerek, edebiyatımızda Zonguldak gerçeğinin de ortaya çıkmasını geciktirmiştir.”
1938 yılında arkadaşlarıyla birlikte solculuktan tutuklanmasına rağmen Tahir Akın KARAUĞUZ’un adeta sağ kolu olan Ahmet Naim özellikle Doğu Dergisinde bazı yazılarında İttihatçı ve Türkçü bir tavır çizmiştir. Yine daha sonraları Maksut ÇİVİ’nin isteğini kırmayarak Adalet Partisi saflarına katılmıştır.
Ahmet Naim ÇILADIR Farabi adındaki büyük oğlunu toprağa verince bundan çok etkilenmiş adeta beli bükülmüştür. Sonra bu acıyı, küçük oğlu Sina ÇILADIR’ın ciğerlerinden hastalanarak sanatoryuma yatması izlemiştir. Üst üste gelen darbeler onu çok etkilemiş ince vücut yapısı, bu yıkımlara karşı koyamayınca 24 Nisan 1967’de Zonguldak’ta vefat etmiştir.
(2) Ahmet Naim ÇILADIR yeraltındaki madenci yaşamı ile yöre köylerinde yaşayan insanların doğal yaşamını toplumcu gerçekçi bir anlayışla bütün çıplaklığı ile gözler önüne seren öyküler yazmıştır. Edebiyatımızda, Zonguldak Kömür Havzası işçilerinin yaşamlarını sergileyen ilk öyküleri onun kalemiyle hayat buldu. Yaşadığı dönemin çok zor koşullarına, tüm olumsuzluk ve yoksunluklara karşın büyük bir özveriyle Zonguldak tarihi ve kömür havzasına ilişkin ilk çalışmaları Ahmet Naim ÇILADIR gerçekleştirmiştir. Ahmet Naim 1930’lu yıllarda çok etkili edebiyat-sanat ve tiyatro etkinlikleri yapan Zonguldak Halkevi’nin kurduğu komisyonda, Hüseyin Fehmi İMER ve Tahir Akın KARAUĞUZ ile birlikte “Kömürün Uzun Mehmet tarafından 8 Kasım 1829 yılında bulunuşu ile ilgili çalışmaları yürütür. Kömür ocaklarında da çalışan Ahmet Naim, ocağı, kömürü, yeraltı işçisinin dramını çok iyi bilmektedir.
Ahmet Naim, ölümünden sonra yayımlanan kitaplarıyla kömür bölgesi Zonguldak ve çevresinin insanını katıksız ve doğal yaşantısıyla yansıtan başarılı bir sanatçı olarak kabul görmüştür. 1934 yılında yayımlanan “Zonguldak Havzası- Uzun Mehmet’ten Bu güne Kadar”adlı kitabı, Mehmet SEYDA’ya göre kentin geçmişi ile ilgili ilk bilgileri veren; kömürün bulunuşu, yabancı şirketlerin kuruluşu ve yeraltı zenginliğimizin talan edilişi, işçilerin çok güç çalışma koşulları konularına ışık tutan ilk yapıt niteliğindedir.
Ahmet Naim, Doğan ŞADILLIOĞLU’nun kendisiyle 1967 yılında yaptığı ve Yeditepe Dergisi’nde yayımlanan röportajda, öykülerini şöyle değerlendirir:“...Ben toprak ve yeraltı insanlarını iyi tanırım, özellikle yeraltı insanlarını. Çalışma koşullarını, yaşantılarını öz hayatım gibi bilirim. Onun için yıllar önce belli başlı sanat dergilerinde yazdığım hikâyelerde köy, tarla, ağa saltanatı ve yeraltı konuları işlenmiştir. Diyebilirim ki Türk hikâyeciliğine gerçek niteliğiyle maden hikâyelerini sokan ilk yazarım... Basılmış olan kitaplarımın çoğu sosyal konular üzerine etütlerdir. Hikâyeci tanındığım halde ve yayınlanmış yüzü aşkın hikâyeme karşı, tek hikâye kitabım yoktur. Bu eksikliği gidermek için onbeş hikâyemi kitap halinde yayınlamak üzereyim. Kitap işimi dostum Mehmet Seyda İstanbul’da izliyor...” Yazar İrfan YALÇIN, Ahmet Naim’i ve sanatını şöyle yorumlar: “Ahmet Naim, kendi kendini yetiştirmiş, Zonguldak’ın dar koşulları içinde bile, Türkiye ölçüsünde bir üne erişebilmiştir. Kömür ocaklarında da çalışan Ahmet Naim, ocağı, kömürü, yeraltı işçisinin dramını çok iyi bilir.
Bunu onun hikâyelerini okuyunca hemen anlıyoruz. O, Türk hikâyesinde ilk olarak yeraltı işçisini ele alan, bu işçinin serüvenini yazan kişidir.” Mehmet ERGÜN ise Ahmet Naim’in kendi yöresini yansıtan özelliğinin yanında, kendi özgün sanatçılığını da vurgular: “Ahmet Naim için söylenecek ilk söz onun hayat mektebinden yetişme bir öykücü olduğudur. Bir yörenin öykücüsüdür her şeyden önce.
Konu olarak çok yakından tanıdığı, hatta üzerinde tarihi ve ekonomik araştırmalar yaptığı bir yöreyi; inanış, yaşayış ve geleneksel yapısıyla somut, sıcacık bir yöreyi seçmiştir: Zonguldak yöresini. Ahmet Naim, giderek artan bir ustalık içerisinde hep aynı yöreyi ve hep aynı yörenin insanını kendi kendini tekrarlamadan (edebiyatın o yoz batağına yuvarlanmadan) verebilmiş bir sanatçıdır.”
(3) Kömür havzası tarihinde 1867’de başlatılan 1.Mükellefiyet Dönemi ile Cumhuriyet döneminin bir bölümünü de kapsayan ve Zonguldak maden ocaklarındaki çalışma koşullarını anlatan ve bizlere ulaşmasını sağlayanda yine Ahmet Naim ÇILADIR’dır. Ethem Yemelek Çavuş ile oturmuş bir nevi günümüzdeki anlamıyla sözlü tarih çalışması yaparak bu anıları 1936 yılında kayda geçirmiştir.
Bu anılar aynı yıl “Yeraltında Kırk beş Sene” adıyla ilk kez “Bartın” gazetesinde tefrika edilmiş, küçük boyutlu bir kitap olarak da yayınlanmıştır. Şimdi onun Zonguldak’a gelişini yine onun ağzından dinleyelim; Konya’da “Babalık” ve “Öğüt” diye iki gazete çıkardı. Ben o zaman Konya Sultanisinin kalburüstü talebelerinden biriydim. Ağabeyim Hüsnü ARI o hengâme; İstiklâl savaşının ölüm kalım günlerinden birinde Zonguldak'a atanmıştı. (*Ağabeyi o sırada Zonguldak Polis Müdürüdür.) Ben ona kırmızı mürekkeple yazılmış mektuplar gönderir ve Çankaya yolunda onunla beraber selamladığımız Başkomutan Mustafa Kemal'in adını terennüm ederim.
Gün oldu, Zonguldak'a geldim. Ağabeyim beni ihtiyar annemle beraber vapurdan aldı. Deniz kıyısında bir eve götürdü. O akşam intibaları deniz hışırtısı ve şimendifer düdükleri oldu. Günler geçti. KARAUĞUZ'la tanıştım. Ben Sultani talebesi iken “Babalık” da, “Öğüt” de gazetecilik imtihanı vermiş bir acemi kabadayılığı ile onunla konuştum.
KARAUĞUZ, bana göre yaşlı olmasına rağmen benim yaşıma nazaran daha pişkin adamdı. Beni gazeteciliğin alfabesi olan bir kaç olayda denedi. Aldığı iyi sonuçtan sonradır ki, bana memleket röportajları yazmak talih ve fırsatını verdi. Ve ben de “Karadeniz'in incisi olan bu pür bahar beldeden pür sevinç ayrıldım.” diye biten bir Ereğli röportajı hazırladım. Ben KARAUĞUZ'un şu tarafına şaşarım ki, bu adam edebiyatı beyin potasında eritmiş bir insan olarak bizim acemi kalem denemelerimize nasıl tahammül eyledi. Ortada hikâyeci olarak ben vardım ve şair olarak da Behçet Kemal Çağlar. Benim ilk hikâyem “Bir kahraman”dı. Ve şair Behçet Kemal Çağlar'ın da ilk şiir-lerinden biri : “Denizlerin Salyası” “Dağların Şövalyesi” mısralarıyla başlayan bir şeylerdi. KARAUĞUZ tahammül gösterdi: bizim kalem denemelerimizi bağrına basarcasına gazetesine bastı.
Yıllar geçti; Behçet Kemal ÇAĞLAR milli şair oldu. Ben de memleketin bütün sanat gazete ve dergilerine kronik, makale, hikâye ve roman yazan bir muharrir oldum. Zonguldak Gazetesi demek oluyor ki, bizlere sanata hadim olmak vasfında beşik ve yatak oldu. Zonguldak Gazetesi bence bir yığın broşür, kitaplar ve aslolan nüve “Doğu Dergisi”nin beşiğidir. Zonguldak Gazetesi 27 yaşına basmış, ona emek verdiğim ilk sırada ben 18 yaşlarındaydım. 18 e 27’yi ekleyince bir insan ömrü için hazin yaşlar doğuyor. Hazin yaşlar doğabilir. Doğduk ve mutlaka ki öleceğiz. Öleceğiz ama gerçeği bilerek ve gerçeğe kavuşarak.
(4) Makalemizi Kemal ANADOL’un şu tespitleri ile nihayetlendirelim; Kazmacısı, domuzdamcısı, lağımcısı ile Ahmet Naim'e kadar Türk edebiyatında iş kazası, göçük, grizu yoktur. Yerin altından çıkartılan cesetleri, saniyede yıkılan umutlan, çıkıp giden canları, dağılan aileleri bize o tanıtmıştır. Bu zengin gözlemler, usta bir anlatımla birleşince yazınımız ilk işçi öykülerine tanık olmuş, özgün bir hikâyeciye kavuşmuştur. Ahmet Naim, kuşkusuz "Yerel"dir. Çünkü ekmek parasını Zonguldak'ta kazanmış, başı burada belaya girmiş, acı ve tatlıyı bu kentte yaşamıştır. Birikiminde, deneyiminde, gözlemlerinde, insan ilişkilerinde hep Zonguldak ve Zonguldaklılar vardır.
Ahmet Naim "ulusaldır. Çünkü ulusal yazınımızda ilklere imza atmıştır. Yukarıda söylediğim gibi edebiyatımıza ilk kez işçi öykülerini o sokmuş, Zonguldak maden işçilerini, kıvırcıkları, lâzları, başçavuşları, mühendisleri ülkeye o tanıtmıştır. Abartmadan söylüyorum, Ahmet Naim "evrensel" dir. Çünkü öykülerinde sınıf çelişkileri, emekçilerin yaşam biçimi, alışkanlıkları, acıları ve az da olsa umutları vardır. Bunların hepsi evrenseldir. Somut bir örnek vereyim. Alın Çıladır'ın "Ateş Nefes" hikâyesini, çevirin İngilizce ve Fransızcaya. Oradaki okurlar da bu çarpıcı grizu öyküsünü rahatlıkla okuyacak, okumak bir yana etkilenecek, ürpereceklerdir!
(5) GÜRDALÖZÇAKIR /OCAK 2012 /KDZ.EREĞLİ” 1989 yılında, Bartın gazetemizin sayfalarında rastladım ben de Çıladır’a. O gazeteden yararlanarak 1990 yılında Kıyı Dergisi’nde de yazdım gözlemlerimi. O Ocak içini ve Zonguldak’ı anlatmasaydı, nasıl aktaracaktık o yılların Zonguldak’ını?Tanıklık-lar,tanıkları da çoğaltır; o anların anılarını da.. Rahmet ve saygıyla anıyorum.... Mustafa KADEMOĞLU
ETİKETLER : Yazdır