BURSA?DAN NOTLAR?
24 Haziran 2011 01:50:57
Bursa’ya ilk gelişimden bu yana ( o da bir ahaziran ayında idi) 57 yıl geçmiş. 57 yıl sonra yine bir Haziran ayında daha Bursa’dayım…
İlk gelişimde kaldığımız GÖNLÜ FERAH OTEL’de bu akşam Anaokulu’nu bitiren tek torunum Emir’in kep giyme töreni ve mezuniyet balosu var…
57 yıl öncesinin durumunu hayal edecek denli bilgi ve birikimim yoktu; ama nbugünler hayalmiş, gerçek oldu.Gene Türkiye’nin 4. Büyük şehri….
Sularıyla (kaplıcalar) anılırdı her şeyden önce. Uludağ’da kış turizmi var mıydı o tarihte, anımsamıyorum. Çileği, gazozu, şeftalisi, ipeği, Merinosu, Çelik Palas’ıyla, Kamik Koç Otobüsleri’yle, Ulucami’siyle, Zeki Müren’iyle; Askeri Lisesi’yle ünlü Osmanlı’ın mimnari örnekleriyle dolu tarihi bir şehir…
Bugün Bursa’lı ya da burada yaşayan yazarlar şöyle yazıyorlar: İpek Şehir, Uludağ’ın etekleri gümüşten,
BUGÜN İstanbul’dan sonra Türkiye’nin ikinci büyük sanayi kenti o Bursa: Şeftali ağaçları neredyse yok oldu.Tramvay geldi. Tarım kenti niteliğini yitirdi. O güzelim, denizi andıran Bursa ovası binalarla taşlaştı; Uludağ’ın etekleri meskenleşti, ipeği’yle ilgili söylenecek bir şey de kalmamış…
Heykel’den bakınca yeşil Türbe’yi görürdünüz. Tophane’ye çıktığınızda dingin bir Bursa seyredersiniz. Çekirge, arındıran, dinlendiren, Bursa’yı sevdiren bir güzellikti. Şimdi cehennemi bir gürültüde kaybolup gitmiş durumda.Acar İdman Yurdu’dan Bursaspor doğdu; geçen yıl da 5. Büyük olarak şampiyon oldu…
Ne yazık ki; göçle-sanayileşmeyle başlayan süreçte Bursa, tarihi ve sanatsal-mimari özelliklerini de yitiren; ülke genelindeki yozlaşmanın tam göstergesi olan bir kente dönüştü. Doğal mıydı bu? Elbette ! Ama, böylesine çarpık, düzensiz-özensiz ve yokerdici bir yapılaşmayla değil; korunmuş ve iki Bursa olarak görmeliydik. Ne var ki, rant ekonomisi-siyaset kalitesi buna izin vermedi…
Oğlum Nisan ayında Belgrad’a gitti. Oradan çektiği fotoğraflara bakınca, neden Avrupalı olduklarını hemen anlıyorsunuz. Osmanlı eserlerini bile korumuşlar adamlar. Pek çok şehri olduğu gibi Bursa da ziyan edilmiş bir şehir özcesi.
BAĞIMSIZ/PARTİLİ VEKİLLERİN DURUMU BAŞ AĞRITACAK ?
Sanık oldukları halde, partiden ya da bağımsız aday olup seçilen vekiller mazbatalarını aldılar. Vekilleri aracılığıyla mahkemelere mazbataları sundular. Sanki söz birliği etmişçesine bütün savcılar, tahliye taleplerini redderek mahkemelere gönderiyorlar. Şimdiye dek biri için bile tahliye kararı verilmiş değil; verileceğine de inanmıyorum. İnanmadığım bir şey daha var; madem bu sıfata yaraşır durumları yok, niye adaylıkları veto edilmedi? Çünkü henüz haklarında bunu engelleytecek bir hüküm yok haklarında. Bu saçmalığın daniskası şu: Adli merciler başka, YSK başka bir hukuk mu uyguluyor bu ülkede?
Üstelik siyasi olduğundan ve de özellikle orduyu küçük düşürmeye yönelik spekülas-yonlarla, çeitli adlarla tutuklamalarla çalkanan ülkemizde, tutukluluklarının –cez alsalar bile- üstünde cezaevinde tutulan adaylara bu zulüm ve haksızlık nasıl yapılır? Madem suçlular, seçi-me katıldılar, millet onları aklamışken; mahkemelerin bu tavrı insan haklarına, AİHM kararlarına aykırıyken nasıl oluyor da salmıyoruz onları? Hani ileri demokrasiydik? Siyasallaşan bir yargının bu tutumu bizim çok başımızı ağrıtacaktır.
BDP’nin desteklediği adayların şu güne kadar söyledikleri gerçekleştirilme aşamasına getirilirse, başımıza gelecekleri düşünemiyorum bile. Bunun iktidarı –meydandan/balkondan- söylediklerinin anlamsızlığını, ikiyüzlülüğünü, despotizmini nasıl içimize sindireceğiz? Vatanda-şın ne iktidara ne de adalete güveninden söz edebilir miyiz? Bu bir nsan hakları ihlalidir. Ort-da bir suçlama vardır, kesin hüküm de yoktur, bunu hangi hukukla izah edebiliriz?
BADEMLİ GÜNLERİNDEN…
Bademli Mudanya’ya bağlı: Ama Bursa’nın banliyösü. İlk görüşümde (20 yıl öceydi) alabildiğine zeytinlikti. Şimdi az da olsa gene öyle. Sitelerle doldu zamanla. Tripleks villalar sıra sıra. Zenginlerle Bursa sosyetesi ağırlıkta. Köy gene köy. Gömütlüğü sitelerin ortasında kalmış. TED koleji de burada. Bilindik AVM’leri çoğu var. İçerideki sessizlik, genelde köpek sesleriyle bozuluyor.Bana göre sakinleri ömür tüketirken, ben örneğin yazın çalışmalarımda çok şey üretebilrim burada. Ama buna ne zamanım var, ne de olanağım. Sorumluluklarımı Devrek sonrasında Ankara’da kurduğum düzen de fena sayılmaz. Bursa’ya iner miyim; dostları görür müyüm henüz belli değil. Bunu dğşğndüğüme göre onları da yaşattımı çıkar ortaya.
BU GÖMÜT NEDEN BAKIMSIZ ?
Misafiri olduğum ev mezarlığa bakıyor.Servilerin ulviyeti olmasa o gömütlüğe baktıkça i-çim kararıyor. Tıpkı “her nefis ölümü tadacaktır” sözü kadar itici, dünyayı insana zehir eden bir görüntüsü var…
Bademlililer niye bu kadar duyarsız demekten alamadım kendimi. Eşim sorduğunda ona şu yanıtı verdim: Bartınlı Mehmet Tabanlıoğlu adlı ressam, Almanya’da bir gömütlüğün önünden geçerken,” burası park olmalı” diyerek girmiş içeri. Öyle olmadığını görmüş tabii. Bizden dirisinin değeri yok, ölmüşünün ne değeri olur ki !Bu gömütlük, köy Bademli’nin gömütüdür olsa olsa. Arazi uygun, yeni gömütlük yapmayı fuzuli iş saymış olmalılar diyerek kestim konuşmayı…
GÖNLÜ FERAH OTELDEKİ BALO
Bu kez Bursa’da bir başka nedenle bulunuyoruz: Toırunumuzun mezuniyet balosu. Anaokulu’nu bitirdi. TED Kolejine yazdırıldı. Bizim zamanımızdaki deyişle müsamere yaptı çocuklar, kep giydiler ve diplomalarını aldılar. Kendi çocuklarımın mezuniyetlerini de gördüm. Ama bugünkü kadar varsıl, teknolojik ve diğer olanaklardan yoksunduk o denemlerde. Dün geceye damgasını vuran en büyük eksiklik organizasyon bozukluğu idi. Bunu hep yapıyoruz biz A’dan Z’ye. Genlerimize işlemiş.
Çocukları izlerken hüzünlendim; birinci nedeni ailemin okul yıllarımda bana olan ilgisizli-ğindendi. İkincisi, ilköğretimi, Liseyi, Üniversiteyi bitirdiğini de görebilir miyim duygusunun ben-liğimi sarmasıydı. Üçüncüsü de eğitimdeki çok programlı ve kapsamlı bir sistemin yaratıcılığını görmekte geç kalışımızdı. Anam şimdi 93 yaşında, babası 96 yaşında öldü. Bunu düşünerek avundum onu seyrederken…
TÜKETİM KÜLTÜRÜ
Her yerde bir tüketim çılgınlığı var. Bu çılgınlığın ekonomiyle doğrudan ilişkisi de yok. Önce kredi kartı çılgınlığı yaşattılar. Ardından AVM çılgınlığı başlatıldı. Orta sınıfı kalkındırma ye-rine, orta sınıfı tüketime yöneltme modeli, hızlı gelişti. Üreten bir toplumu, tüketim çılgınlığına i-ten nedenlerden biri de; paran kadar değil kredin kadar yaşa ve günlük yaşa felsefesinin yerleş-miş olması: Şimdi sorun, bu tüketim kültürünün bizi de (insan-toplum bağlamında) giderek ba-ğımlılaştırması ve tüketmesi tehlikesidir. Nereye gidersem gideyim, bu görüyorum…
Medya tüketim kültürünün en önemli silahı olarak kullanılıyor. Yoğun bir harcama özeni yaratıldı insanlarda. Alışveriş bağımlısı yapılan kadınlar; her gördüğünü isteme arsızı doyumsuz çocuklarla; gelirinin önünden giden bir topluma dönüştürüldük. Bu tehlikeyi gören BDDK, Merkez bankası kredi kullanımına dikkat etmemiz için uyarıda bulundu. Gelecek kaygısı taşımayan, yarınını bugünden hesap etmeyen bir toplum olmak elbette istemeyiz. Ama bunun için bütçe yapan, tasarrufa özenen bir toplum olmamızın gerekliliği ortadadır…
“HAİKU”LAR…
BEHİÇ KILIÇ DİYOR Kİ !
O sözünü ettiğim makarna torbası siyasetinin, Hoca’yı linç eden kadrosu kim?!..
Böyle bir bilim adamına saldırabilme cüretine yükseltilmiş bilinçsiz bilgisiz kazmalar!..
Biraz kafalarında bilgi olsa, içlerinde Ak Partili binlerce hastaya yeniden hayat veren bu kişiye bakıp, “Ulan bundaki yetenek ona Allah’ın lütfu.. Ona söz söylersek günaha gireriz” demezler mi?!..
Demezlerse, “Bunlarda Allah korkusu da kalmamış!..” denmez mi?!..
Prof. Doktor Haberal kimdir ben onlara hatırlatayım..
“35 ulusal ve uluslar arası tıp derneği üyesi...
1428 Türkçe ve İngilizce bilimsel yayın yazarı...
1832 böbrek, 344 karaciğer nakli yapan kişi...
10 hastane, 13 diyaliz merkezi kuran kişi...”
Gene soralım.. Böyle bir Allah vergisi üstün insana Tayyip Erdoğan’ın sahip çıkması, “Hoca sen bizi sevmesen de sen insanlığa armağansın” demesi gerekirken, bizzat kendisinin onu ham çökeleklerin ağzına sunması doğru mu?.
Hoca darbe yapacak mı?!.. Ne darbesi, darbe öyle kolay iş mi?! Hoca kolordu komutanı mı, silaha mı hükmediyor..
Bunlara önce darbe nedir onu sormak lazım!.
(Bu satırları kaleme aldıktan sonra fenalaşarak yoğun bakıma kaldırılan yazarımız maalesef önceki gün ruhunu teslim etti.)
ETİKETLER : Yazdır