DOĞRULAR VE YANLIŞLAR TERSYÜZ OLDU !
16 Ocak 2017 00:00:54
Benim çocukluğumda, Babıali gazetelerinin hemen tümünün sahipleri, fiilen gazetecilik yapan kişilerdi. Cumhuriyetin Nadir Nadisi, babam Ahmet Naimin Bölge Temsilciliğini yaptığı Son Postanın Selim Ragıp Emeçi, 7 gün ve Hürriyetin Sedat Sımavisi gibi
Bu, Zonguldak basınında da böyleydi. 1923lü ilk kuşağın tümü, eli kalem tutan insanlardı. Örneğin Karauğuzun Doğu dergisi, Türkiyenin ünlü düşünür ve sanatçılarının ürünlerinin yeraldığı bir dergiydi.
Bugün durum farklı. Babıali gazetelerinin çoğunun patronu, başka işleri arasında gazetecilikyapan tipler !
Eski gazete sahipleri başyazı yazarlardı. Şimdikilerin mektup yazabildikleri kuşkulu !
Adam parayı bastırmış, kabarık portföyüne bir-iki TV, gazete filan da katmış. Tüm yaptığı gazetecilik (!), ihale pastasından iri parçalar kapmak için gazete yöneticilerine zaman zaman buyurmak: Yalakalığın dozunu arttırın!..
Yerel basında da böyle bu. Resmi ilan alan günlük gazetelerin sahipleri, genelde gazetecilik yapmayan, eli kalem tutmayan tipler !..
Şöyle bir geriye çekilip baktığınızda, yereli-geneli ile günlük basın, büyük ölçüde, gazetecilikle ilgisi olmayanların elinde ! İstisnalar var elbette. Ama, onlar bir avuç.
Şunun için yazıyorum bunları:
Geçen Salı günü Çalışan Gazeteciler Günü idi. TGC, gün münasebetiyle bir açıklama yaptı. Son bir-iki yıl içinde binlerce gazeteci işten atılmış. Binlerce gazeteci hakkında soruşturmalar sürüyor, bir kısmı içerde
Bunlar, gazetecilikle ilgisi olmayan gazete patronlarının marifetleri ! Adam kalemini dik mi tutuyor, koy kapının önüne !.. Çünkü dik duruş, yalakalığın kimyasına uymuyor.
Bu durum, güzelim ülkemizin dünya demokrasi ligindeki acınası sıralamasında da kendisini gösteriyor: Diplerdeyiz ! Muz cumhuriyetleriyle altlı üstlüyüz
Basın özgürlüğü demokrasilerin olmazsa olmazıdır. Basını özgür olmayan bir ülkenin künyesindedemokraside yazsa, hikayedir ! Bu gibi ülkelerde basın, sadece, yalakalık yapma özgürlüğüne sahiptir !..
Çoktandır yap-satçıların elinde olan Babıali basını bu tanımlamaya cuk oturan seçkin bir örnek !.. Ulusal basınımız, tuğla ekonomisinin koçbaşı çoktandır
Çalışan Gazeteciler Gününde yerel gazeteci örgütlerinden eleştirel mahiyette pek ses çıkmadı. Yerel basın da sinmiş/sindirilmiş durumda. Özellikle son dönemlerde öylesine içine kapandı ki, bırakalım Türkiyenin sorunlarını, yayınladıkları yörelerin sorunlarına bile yabancılaştı ! Otosansür kıskacında işlevini yitirdi. Dedikodu üreten, dedikodudan beslenen bir alt kimliğe razı oldu.
Oysa, yerel basında da yetenekli muhabirler, kalemleri güzel yazarlar, araştırmacılar var
Gelgelelim onların yarattıkları güzellikler, özellikle son dönemde çoğunluğu dedikoduya koşullanmış okur kitlesinin gözlerine çarpmıyor bile !..
Deneyimlerimle bilirim. Bir çok yetenek, bu ilgisizlik, değer bilmezlik ortamında giderek yitip gidecek, yazık olacak !..
Eski çaplı yerel kalemler, sanatçılar bu handikapı aşmak için ulusala açılmayı denerlerdi ısrarla
Kimisi başarılı olur, çoğu olamazdı.
İsimleri kalıcı olanlar ilk kategoride yer alanlar oldu.
Diyebiliriz ki ulusalı-geneli ile, basın, pek iç-açıcı bir durumda değil. Sindirilmiş/sinmiş, yalakalaşmış, kişiliğini yitirmiş bir profili veriyor basınımız
Durum o kadar kötü ki, normal gazetecilik yapanlar, aydın kamuoyunun kahramanları haline geldi; tutucuların vatan haini
Bir ülkede normalin normalleşmesi ile bunun tersi, baskı dönemlerinin alamet-i farikalarındandır.
Yalaka/yandaş basının beynini yıkadığı kitleler, doğru ile yanlışı birbirinden ayıramaz hale geldi. Doğrular yanlışa, yanlışlar doğruya dönüştü. Ortak akıl ve bellek, bir eldiven gibi tersyüz olmuş durumda
Bu, şöyle böyle 70 yıllık karşı-devrim sürecinin büyük başarı kazandığı anlamına geliyor. Türkiyenin sistem/rejim değişikliği kapısına varıp dayanması da bunu gösteriyor zaten
Ama, şunu da unutmayalım:
Yanlışların ağır basması, doğruların yokolduğu anlamına gelmez.
Biz onları görmezden de gelsek, gerçekler gerçekliklerini yitirmez. Türkiye bugün olmasa da bir gün mutlaka, güneşe yürüyecek. Umutsuzluk yasak !..
NAZIM HİKMET 115 YAŞINDA
Harbiye cezaevinin avlusu fındık kadardı. Boyu çok çok onbeş adım, eni beş-altı adım
Selimiye cezaevinin avlusu yoktu. Cezaevi koridorunda volta atılırdı. Koridor dar olduğu için karşılıklı değil, dönerek
Maltepe askeri cezaevinin avlusu yoktu, küçük bir bahçesi vardı, zemini topraktı.
Sağmalcılar cezaevinin avlusu eni-konu genişti. Avlu, yüksek duvarlarla çevrili olduğu için yaz aylarında bile günün her saati güneş almazdı. Uyarına gelirse, beton zemine oturur, sırtımı duvara yaslayıp güneşlenirdim. Sık sık Nazım Hikmetin Bursa cezaevinde yazdığı o ünlü şiirini anımsayarak:
Bugün Pazar/bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar/ve ben ömrümde ilk defa/gökyüzünün bu kadar benden uzak/bu kadar geniş/bu kadar mavi oluşuna şaşarak/kımıldamadan durdum/sonra saygıyla toprağa oturdum/dayadım sırtımı beyaz duvara/bu anda ne düşmek dalgalara/bu anda ne kavga/ne hürriyet/ne karım/Toprak güneş ve ben/bahtiyarım.
Türkçe edebiyatın en büyük, dünya edebiyatının da en seçkin şairlerinden olan Nazım Hikmetin 115 doğum yılındayız
Büyük sanatçılar sadece ölüm yıldönümlerinde değil, doğum yıldönümlerinde de anılırlar. Çünkü onlar insanlığa verilmiş birer armağandırlar.Nazım da Türkiyenin birçok köşesinde anılıyor bugün
Dünya durdukça da anılacak
Ölümsüzlük de böyle bir şey değil midir ?!..
ETİKETLER : Yazdır
Yorumlar
Yorumlar, editörlerimiz tarafından onaylandıktan sonra yayınlanır. Kanunlara aykırı, konuyla ilgisi olmayan, küfür içeren yorumlar onaylanmamaktadır.
Henüz bir yorum yapılmamış