ÜRETİM Mİ İNSAN YAŞAMI MI?
09 Nisan 2020 23:02:37
Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupa Direktörü Dr.Hans Kluge, Türkiye’de Koronavirüsün yayılımında dramatik bir artış yaşandığı tespitini yaptı. Kluge, kendilerine bildirilen vakaların yüzde 60’nın İstanbul’da olduğunu belirtti.
İstanbul’da karantina yok !
Sağlık Bakanı Koca, Dr.Kluge’nin “dramatik” nitelemesiyle açıkladığı İstanbul’daki yayılımı izleyen iller arasında Zonguldak’ı da saydı.
Zonguldak’ta karantina yok !
Sakarya, İzmir, Ankara, Bursa, vb. salgının en hızlı şekilde yayıldığı illerde de karantina yok !
Giriş çıkış yasağı filan…
Niçin ?
Soruya kısaca şöyle bir yanıt verilebilir:
Oralardaki ahaliye bakacak para yok.
Aslında bu yanıt, çok sıradan bir yanıt olur. Çünkü sorun, sokağa çıkma yasağı konulacak illerde halka nasıl bakılacağından çok, sanayi kentlerinin kapısına mühür vurmanın zaten kötü durumdaki ekonomimizi ne hale getireceği sorusunda odaklaşıyor:
Ekonomi, iki sözcükle, milli gelir demektir. Üretemezsen, milli gelir düşer. Ülke, milli gelirin düşmesi oranında kötüye gider.
Şöyle bir ikilemle karşı karşıya Türkiye’yi yönetenler:
Ekonomi mi, insan yaşamı mı ?
Durumu idare ediyorlar. Zonguldak’taki sosyal düzenin temel kuruluşu olan maden ocaklarının kapatılması bunun tipik bir örneğidir. Ocakların kapatılması en azından Zonguldak merkezinde insan yaşamının öne alındığı anlamına geliyor. Kömür ocaklarının üretiminin sadece demir-çeliklerin ihtiyacını bile karşılamaktan çok uzak olması, sanıyorum, böyle radikal bir kararın alınmasında önemli etken oldu. Kararı kolaylaştırdı.
Ben de alkışladım.
Bu kez, Erdemir’in varlığı nedeniyle gözler Ereğli’ye çevrildi. Üretim mi insan mı ikilemi bu kez Erdemir’in yakın gelecekteki kaderini etkileyecek bir somutlukta kentin kapısına dayandı.
Kendi adıma konuşacak olursam üretim-insan ikilemi kafamı çok kurcaladı, çok düşündüm:
Erdemir, insanların (işçilerin) toplu halde bulunduğu bir yer.
Salgının yayılması için potansiyel bir zemin. Salgının yayılması halinde havakirliliğine bağlı kronik hastalığı olan bir çok insanın ölümcül risk altına girmesi kaçınılmaz olacaktı öte yandan.
Erdemir’in kapatılması durumunda ise, onun ürettiği yassı çeliğe bağımlı olan yüzlerce fabrika ve atölye çok zor durumda kalacak, bunların çoğu kapanacak, binlerce işçi işsiz kalacaktı. Ayrıca bulundukları yerlerin ekonomileri sarsılacak, bu da doğal olarak Türkiye ekonomisinde izdüşümünü bulacaktı.
Sonunda olası bir kapatmaya karşı çıkmaya karar verdim. Benim tavrımın hiçbir önemi olmasa da, bir gazeteci-yazar olarak topluma ve kendime karşı dürüst olmak zorundaydım. Ve bunu açıklamak…
İki kez açıkladım.
Beni eleştirenlerin olduğunu biliyorum, ama pişman değilim.
Yaşadığımız toprağın ve güzelim ülkemizin aydınlık geleceği için böyle riskler almak zorundayız.
Devletin de böyle bir niyetinin olmadığının netleşmeye başlaması içimi ferahlattı…
o o o
İlgililer, önümüzdeki haftanın, salgının Ereğli’de de yayılması açısından çok kritik olduğunu söylüyorlar durmadan…
Ama alınan önlemler, yasakların yoğunlaştırılmasından öte gitmiyor:
Belediyenin çabasına rağmen hala maske sorunu var.
Hastaneler hala takviyeye muhtaç.
Kısmi karantina uygulamalarını denetleyecek personel sayısı hala yetersiz…
Halka test yapılmadığı için gerçek enfekte sayısı hala bilinmiyor.
Bu bir yana tanısı konulmuş kaç hastanın olduğu, kaçının nerelerde tedavi gördüğü, kaçının yoğun bakımda olduğu, ölümlerin olup olmadığı sorularına verilen yanıtlar hala muğlak…
Türkiye’yi ve buraları yönetenler, şeffaflığın ne kadar önemli olduğu iyi özümsenmemiş gibi görünüyorlar hala…
Bir de yerinde bağış’ın önemini !
Yazık…
ETİKETLER : Yazdır