İLK KAR…
18 Ocak 2021 20:30:45
Yılın ilk karı, bana hep, çocuksu duygular ve anı kırıntıları taşır; hele, lapa lapa yağıyorsa…
Belleğimden geçen fotoğrafların kimisi siyah-beyaz ve enikonu soluk olur; kimisi pırıl pırıl ve renkli . Foroğraflarla birlikte hüzün kıymıkları, kahkaha kıvılcımları, sönmüş dostlukların anı kırıntıları ve belli-belirsiz bir sevinç akar içime, Ana an kimisi öne çıkar, dalıp giderim…
Gene öyle oldu.
**
Bizim buralara çoktandır kar yağmıyordu. Gece başlamış, farkında değilim; oysa 02.30’da yatmıştım, kitap okuyordum…
Sabah kalktım, lapa lapa…
Tül perdeyi açtık, Zehra ile camın önünde kahvaltıya oturduk, daha sonra büyük oğlum Ahmet Naim de katıldı bize…
Sofrada kar taneleri de vardı, öylesine iç içeydik…
**
Kahvaltıdan sonra biraz gazete okur, sonra TV’de haberlere bakarım diyordum, pat, elektrik kesildi.
Dış kapıya baktım, gazete de yok. Tereddüt ettim: Kitap mı okusam, yoksa yazıya mı otursam ?..
Derken elekrik geldi, bu kez TV gitti.
Eminim şurada burada yollar da kapanmıştır. Karayolları ile belediye emekçileri, buz gibi havada, yaşamın akışını düzgünleştirmek için çabalayıp duruyorlardır. Cici beylerle cici hanımların “çöpçü” diye burun kıvırdıkları temizlik işçileri keza…
Yaşam, emekçilerin elleri üzerinde yükselir, ama çoğu farkında değildir bunun. Zaman zaman doğa hatırlatır.
**
Zengin evlerin damlarına bir başka yağar kar, yoksulların bir başka. O damların altlarında başka duygular yaşanır çünkü…
Doğalgazı elektriği kesik, dolabı boşalmış evin seyyar satıcı babası, sabahın köründe suç işlemiş gibi usulca çıkar kapıdan. Çıkarken masanın üzerinde cebindeki iki lirayı koymuştur. Ana hüzünle bakar peşinden. Yorgan altlarında üç çocuk…
Daha nice iç burkan yaşam kareleriyle de gelir kar…
Pazarcılar, üretici köylüler, seyyar satıcılar, pandeminin paket servise mahkum ettiği yeme içme esnafı için lapa lapa yağan romantik duyguların ilham kaynağı değildir; ekmek kaygısıdır, ağudur.
Zengin ve yoksul yüreklere başka başka yağar kar…
Kimisi daha da yağsın der, “mangal yaparız”.
Kimisi gitmesini dörtgözle bekler, ekmek karın ağzına düşmüştür çünkü…
Ben bu arada hayvanları da düşünürüm. Yazın dağda gördüğüm taşkafa kaplumbağayı örneğin. Sokak kedi ve köpeklerini, kuşları, sincapları, karşı evin pencere pervazına yuva yapan yaşlı güvercini…
Gitsin mi gitmesin mi, içim azıcık burkularak “gitsin” derim. Çünkü çoğunluğa acı veriyor bu kadarı…
Bir daha ne zaman gelir kimbilir…
ETİKETLER : Yazdır