AZİZE ÖĞRETMEN
25 Kasim 2016 02:22:42
Ben, karartma gecelerinin çocuğuyum
Savaş çocuğu.
Zonguldakın üzerine karanlık çöktü mü, evlerde bir telaştır başlardı. İlk iş, koyu renkli (çoğu maviydi) perdeleri dikkatle kapatmak olurdu. Elektrik lambasının düğmesine sonra basılırdı
Elektriği olmayan evlerde, kocaman şişeli 5 numaralı gazyağı lambalarının cama yakın yerlerine konulmamasına itina edilirdi. İdare Lambaları, evin en önemli aydınlatma gereciydi. Evin yaşlıları, hava kararmadan, küçücük idare lambalarının şişelerini itinayla temizlerlerdi. İlkten, lambaların cam haznesine gazyağı tenekesinden huniyle gaz konulur, potin bağı kalınlığındaki fitilin erimiş uçları makasla kesilirdi
Bazı geceler, hükümet konağının tepesindeki elle çalışan alarmın sesiyle irkilirdik.
Alarm sesiyle elektrik ve gazyağı lambaları telaşla söndürülür, evler gözlerini alarmlı geceye kapatırdı. Simsiyah bir örtü çekilirdi sanki kentin üzerine
Bizim evde elektrik vardı. Babam (Ahmet Naim) tüm camlara koyu mavi storlar taktırmıştı. Bu nedenle alarmlı gecelerde bile lambaları kapatma gereği duymazdık. Eğer dışarıya ışık sızarsa, çok geçmez mahallenin posbıyıklı Arnavut bekçisi kapıyı güm güm çalar, lambaları kapatmamızı isterdi. Tehlike geçtikten sonra alarm yeniden çalar, herkes rahatlardı. Tehlikenin düşman uçağı olduğu söylenirdi.
İsmet Paşa Türkiyesi, Batının diretmesine rağmen savaşa girmemişti. Ama, Zonguldak devrin başlıca enerji kaynağı olan taşkömürünü üreten tek vilayetiydi. Bunun yanısıra, Fransız sermayeli Ereğli Şirketinin millileştirilmesinin üzerinden de çok çok birkaç yıl geçmişti. Kentin düşman uçakları tarafından vurulması olasılığı büyüktü yani
Bundandır, karartma gecelerini korku ve büyük titizlikle yaşayan vilayetlerin başında geliyordu Zonguldak
Projektörler gece boyunca gökyüzünü tarar, düşman uçağı arardı.
Biz çocuklar, projektörlerin makas yapmasını cam kıyılarından keyifle izlerdik.
Zonguldak, savaş yıllarının acısını en ağır şekilde çeken bir vilayetti. Kömür üretiminin arttırılması için tüm köylerdeki zinde nüfusa madenlerde çalışma mükellefiyeti getirilmişti. Bu arada askerlik çağına gelenlerin de askerlikleri ertelenmişti. Maden bölgelerinde kışla düzeni kurulmuştu. Onikişer günlük devrelerle madene inen köylülere asker üniformasına benzeyen (haki renkli pantolon-ceket ve kasket) giydiriliyordu. İşçiler asker tipi barakalarda yatıp kalkıyor ve asker karavanası yiyorlardı. Ünlü Kömür Alayıda bunlardan oluşuyordu.
Ağır çalışma koşullarından bunalıp firar edenleri yakalayıp yeniden madene sürmek için bir de Tahkimat (Destek) Komutanlığı kurulmuştu.
İş kaçaklarına düşman gözüyle bakılıyordu. Yakalananlara işkence yapıldığı, eşlerine tecavüz edildiği söylentileri yayılıyordu
Madende çalışmamak için el ve ayak parmaklarını kesenlerin olduğu, bu arada korkunç bir rüşvet çarkının döndüğü şeklindeki söylentilerin ardı arkası kesilmiyordu.
Madenci-yazar-Şair Turgut Etingü zaman zaman bizim eve yemeğe gelir, babam Ahmet Naimle bu olayları konuşurlardı. Zaman zaman da, herhalde benden 7 yaş büyük ağabeyimin duymaması için konuşmalar Fransızca yapılırdı.
Yıllar sonra, babamın mükellefiyet dönemine ilişkin notlarını içeren bir kareli defterinin bulunduğunu öğrenmiştim. Babam o defteri özenle saklardı.
Notlar eskitürkçeydi. Bu deftere, babamın bana intikal eden sanat mirası (araştırma, roman, hikaye, oyun, makaleler, kitaplar) ile birlikte 1970li yıllardaki tutuklanmalarım sırasında el konuldu, onları bir daha ele geçirmek mümkün olmadı. Babamın, sanat ve bilim çevrelerinde kayıp kitap olarak anılan çalışmasını bu kareli defterdeki notlar oluşturuyordu.
Dönelim karartma gecelerine
Ekmek karneyle veriliyordu. (Kişi başına yarım tayın). Ama, ben istisnaydım. Fırının tezgahına ancak ellerimin uzandığı 4-5 yaşlı dönemde, tek başına fırına gider, tezgahtara parasını uzatır ve oğlum bana bir ekmek ver derdim. Tanırlardı beni. İsteğim hiç geri çevrilmezdi. Evin ekmeğini sağlayan erkek bendim o sıralar. Babam, bana için için kızar (çünkü ayrıcalıklı işleri sevmezdi), ama herhalde kırmamak için sesini çıkartmazdı
Mithat Paşa ilkokuluna başladığım yıllarda da savaş henüz bitmemişti, savaş yıllarının yokluğu-yoksunluğu sürüyordu
Mithatpaşa ilkokulunun başöğretmeni, tam bir cumhuriyet kadını ve öğretmeni olan Azize(Sirel) öğretmendi. O, okulun her şeyiydi. Her zaman son derece şık ve bakımlıydı. Bütün her şeyiyle ilgilenirdi okulun.
En titizlendiği konu da, cumhuriyet kültürünün minik beyinlere ne derece nüfuz ettiğini araştırmaktı. Sorular sorar, marşlar okutur, cumhuriyet inkılaplarını anlatan kitapları, broşürleri, bizzat eliyle dağıtırdı bizlere.
Hafta sonralarının istiklal marşı ile hafta içlerinin bahçede okunan Antını bizimle birlikte yüksek sesle söylerdi. Bazı günler beyaz mendiliyle gözlerini kurularken görürdük onu.. Cumhuriyet öğretmenlerinin simgesiydi o.
O günlerden bu yana köprülerin altından çok uzun yıllar aktı.
Zonguldak hala Zonguldak, taşkömürü hala taşkömürü, ama cumhuriyet, aynı cumhuriyet değil ! Ulusal bayramlar aynı bayramlar değil ! Cumhuriyet sevdalılarının, Azize öğretmenlerin sayısı gün gün azalıyor çünkü
Artık karartma geceleri yaşamıyoruz ama, beyinleri kararanların sayısı gitgide kabarıyor !..
Yani
Buradan bakıldığında, Zonguldak da aynı Zonguldak değil artık, güzelim ülkemiz de !.
Azize öğretmenimi saygı ve sevgiyle anarken, azize öğretmenlere layık tüm öğretmenlerin Gününü içtenlikle kutluyorum.
ETİKETLER : Yazdır
Yorumlar
Yorumlar, editörlerimiz tarafından onaylandıktan sonra yayınlanır. Kanunlara aykırı, konuyla ilgisi olmayan, küfür içeren yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Sirel
8 yıl önce
Sayın Sina Çıldır aynı dönemlerde bende aynı okulda okudum Azize Sirel annem idi hakkında yazdıkların için çok teşekkür ederim.Hakikaten cumhuriyet ve Atatürk sevdalısı biri idi. Mehmet Sirel
- s.
- 1