
Bülten-21: Batı?nın İstihbaratı, ABD?nin Aydınları? -4-
16 Kasim 2011 17:01:30
“Modern Türkiye’nin kahramanı Kemal Atatürk teranesini biliyoruz. . . Bugün ortalıkta bir sürü Atatürk var. Libya’da, Bağdat’ta ve Suriye’de birer Atatürk var. . . Dilimizi konuşan ama Batılı gibi düşünen bu Atatürkler İslâm dünyasına ait değildir. Bu 20. yüzyıl Atatürkleri, geçmiş çağların tiranlarından daha çok zarar vermektedir. . . Bunlar ortadan kaldırılana kadar komplolar sürecek ve bunlar inşallah yokedilecektir!..” (Dinleyicilerden “Allahu Ekber” ve “İnşallah” haykırışları). [Müslüman Kardeşler Örgütü’nün ABD uzantısı olan Müslüman Öğrenci Birliği (MSA) genel sekreteri Mahmud Raşdan’ın 1980 yılında ABD’de yaptığı bir konuşmadan... Kaynak: Robert Dreyfuss & Thierry LeMarc; “Hostage to Khomeini”; New Benjamin Franklin House; 1980, NewYork; S. 153.]
Yine kehanet gibi cümleler… ABD’nin 80’li yıllardaki taktik manevrası, artık Müslüman muhalefeti susturmaya değil, onları kendi amaçlarına uyumlamaya yönelmişti. Yani bir yandan Kuzey Afrika ve OrtaDoğu’daki petrol merkezlerine sahip iktidarlara hoş görünürken, diğer yandan da muhalif Müslüman grupları uyumlu yandaşlar haline getirme çalışması yürütüldü. Hiç şüphesiz ki büyük Sovyetler Birliği ülkesinin “harç bitti yapı paydos!” diyerek Dünya politik arenasına havlu atması da işlerini kolaylaştırdı. Ve hiç şüphesiz ki?18 ve 19 sayılı Bültenlerde söylediğim gibi?bunu başaranlar, CIA için çalışan Dünya çapında meşhur aydınlar, bilim adamlarıdır. SSCB ülkesi ileri gelenleri üzerine öylesine yoğun bir entelektüel baskı uygulamışlardır ki, bu o insanlara önce Aydınlanma felsefesinin izleyicileri olduklarını yeniden hatırlattı. Sonra da batıdan başlanarak, Sovyet cumhuriyetlerinin bağımsızlık talepleri desteklendi ve parçalanma başlatıldı. Sonuçta, SSCB yöneticilerine, topladıkları 5000 kişilik bir konferansla işin bittiğini ilân etmek kaldı. Devletin altı çoktan oyulmuştu…
Kuzey Afrika ve OrtaDoğu’da görüldüğü gibi, bugünkü uygulama da bundan hiç farklı değildir. Önce?zaten hazırda bulunan?bir “bağımsızlık” veya “özgürlük” talebi sessizce pişirilmekte, zamanı gelince “demokrasi” sloganlariyle tüm Dünya’ya servis edilmektedir. Burada da canla başla uğraşanlar, aynı CIA’cı geleneği izleyen günümüzün aydınları, gazetecileri, bilim adamlarıdır:
“Profesörlerin önerisine uygun olarak İngiltere’nin politika mimarları CAABU (Arap–İngiliz Anlaşmasını Geliştirme Merkezi!’; İng: ‘Centre for the Advancement of Arab–British Understanding’) adiyle hayırsever bir örgüt kurdu. Finansmanını da Barclays Bank, Lloyd International gibi Dünya çapında bankalara yükledi. . .” (O sıralarda pek ortada görünmeyen HSBC Bank da bu işlere sonradan katılmıştır-CA.)
Hemen söyleyeyim: Bu CAABU
bugün resmî internet sitesinden OrtaDoğu isyanlarını cayır cayır savunarak desteklemektedir.
(Bkz. www.caabu.org).
Usulüne uygun bir örgüt veya şirket kurarak Dünya işlerini buradan idare etmek çok eski bir İngiliz geleneğidir. Daha önce de sözünü ettiğim “İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası” bunun en somut ve en vazgeçilmez örneği... Okadar vazgeçilmezdir ki resmen kapatılmış olmasına rağmen hâlâ yaşamakta, yaşatılmaktadır:
“. . . İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası (DHK), “Hindistan Bürosu” adiyle. . . hâlâ yaşamaktadır. . . 1773’ten 1858’e kadar Hindistan’ın resmî yöneticisi olan DHK, bu ülkede hiç de iyi anılar bırakmamıştır: Hindistan’ın geçmiş yüzyıllarda edindiği tüm ekonomik altyapıyı parçalamış, planlı bir şekilde kitlelerin aç kalmasını sağlayarak milyonlarca Hindlinin ölümüne yolaçmıştır. Hindistan’da afyon yetiştirilmesine önayak olan, Çinlileri zorla afyona alıştırarak sonunda “Afyon Savaşları”na yol açıp bu savaşı yöneten, DHK’nın politikalarıdır. . .
İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası, bu büyük ülkede gerçek anlamda yöneticidir. Tam bağımsız devlettir…
Fotoğrafta görülen para, bu “Şirket”in Hindistan’da bulunduğu süre içinde resmen kullanılmıştır.
İşte, emperyalizm basitçe böyle bir şey…
“ Gerçekte Büro, 1982’de İngiltere Dışİşleri’nden sadece resmen ayrılmıştır. 1858 yılında DHK kapatılınca, (ona ait herşey-CA) İngiliz Koloni (sömürge-CA) Ofisi içindeki bir “Hindistan Bürosu” olarak muhafaza edildi. Dünya’nın en büyük Hindistan belgeleri koleksiyonunu barındıran Büro. . . 10.000 cildi aşkın özel evrak arşivinin de sahibidir.” [Kaynak: “Derivative Assasination: Who Killed Indira Gandhi”; New Benjamin Franklin House; 1985, New York; S. 106-107.]
ÖRNEK OLSUN DİYE SÖYLEMEK ZORUNDAYIM: Hindistan İngiltere’den 1947’de bağımsızlığını elde etti ama Büyük Britanya İmparatorluğu’nun bıraktığı cüruftan hiçbir zaman kurtulamadı. Çok uluslu, azınlıklı ve yasaklanmış olmasına rağmen hâlâ “kast”lara bölünmüş halde yaşayan insanlardan 28 eyalet oluşturuldu. Kullanılan onca dile ek olarak İngilizce de resmî dil olarak muhafaza edildi. Eskiden Hind kastlarını birbirine düşürerek yönetmeyi öğrenen İngilizler bu kez de ABD’li uzmanlarla birlikte davranarak “Sih” ve “Tamil” ayrılıkçılarını kullanıyor. Hiç şüphesiz ki İndira Gandhi ve oğlu Rajiv’in olduğu kadar, Benazir Butto’nun ölümünün arkasında da İngiliz-ABD çalışması var. Yani bu iş bitmiyor…
Daha önceki Bülten’lerde de, yukarıda da
birçok kez alıntı yaptığım kitabın kapağı…
Yazarları, bir kısım fikir merkezleri tarafından
Dünya çapında örgütlenen komploları açıklıyor.
Fotoğraf, ABD-İngiliz planlarına göre davranan
Sih ayrılıkçılarını, ünlü “Altın Tapınak”larının önündeki büyük bir nümayiş sırasında göstermektedir.
Oysa bizde “o işler eskidendi…” diye bir söylem hakim oldu. Bu söyleme göre, Batı Avrupa (ki bugün AB olarak temsil ediliyor) ve ABD’nin geçmişte bize yönelik tavrı artık değişmiştir; barışçıdır. Artık topraklarımızda veya yer altı zenginliklerimizde gözleri yoktur; bizi sömürmek falan da istemiyorlar. Eşit ülkeler arasında yapılan ticarette eğer kazık yiyorsak hata bizdedir;?eski büyükelçilerden İlter Türkmen’in sık sık söylediği gibi?“yaptırmamak lâzım”dır. Bu inanış, halk olarak geleneksel salaklığımızın bir yansıması mıdır; yoksa bize empoze veya enjekte edilen uyuşturuculu bir parola mı?..
Çünkü Batı dünyası devletlerinin dış politikaları “aramızda barış anlaşması var; raconu bozmayalım” falan gibi bir delikanlılık jargonuna uyularak düzenlenmez!.. Bizdeki gibi sonradan görmeler ile doğal işbirlikçileri paraya boğup tongaya düşürerek soygun koşullarının garantiye alınması amaciyle kurgulanır!.. Üstelik meselâ Lozan Anlaşması’nı ne bugün Dünya’yı evirip-çeviren ABD imzalamıştır, ne de yakın işbirlikçisi İsrail devleti o anlaşma imzalandığında mevcuttur. Dolayısiyle aklımızı başımıza almak üzere, burada, Sevr Anlaşması’na doğrudan müdahil olan ABD dış politikasının eski bir eserine bir defa daha gözatmak ve onu bir kez daha düşünmek zorundayız:

(Sayfayı büyütürseniz haritayı da yazıları da net olarak okuyabilirsiniz. Veya, http://armenian-genocide-lie.com/2010/06/desecrating-president-woodrow-wilsons-legacy/ adresinden de görebilirsiniz).
Batan geminin malları dağıtılıyor: En üstte, haritanın gerekçesi yazılmış: ABD Başkanı tarafından “ödül olarak” verilecek Ermenistan toprakları... Daha sonra, söz konusu bölge kabataslak çerçevelenmiş. En altta da ABD Devlet mühürü ve Başkan Woodrow Wilson’un imzası… (Gözden kaçmaması için bir de ben çerçeveledim). Allahtan, “Kürdistan’ı da içeriyor” diye Kürt büyüklerinin ciddî itirazları olmuş da bu sınırların sabitlenmesi işi ortada kalmış. Tabii bir de Batı’nın?bütün istikbâl hesaplarını altüst eden?Mustafa Kemal engeli varmış…
İşte, şimdi böyle veya benzeri bir engel de yoktur…
DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
ETİKETLER : Yazdır








