
Bülten-71: Yalçın Küçük TARİHİ SAPTIRMAKTADIR!..
27 Ekim 2013 20:33:00
Yazarın tecrübesine, bugüne kadar verdiği baş yapıt niteliğindeki çok değerli ürünlere ve memleket hesabına yaptığı mücadeleye saygısızlık etmemek için―başlıkta―saptırmaktadır (tahrif etmektedir) diyorum; gerici resmi tarihe methiye düzmektedir anlamında
Aşağıda yazdıklarım, biriktiği için geç okuduğum AYDINLIK Gazetesinin 8 Ekim 2013 tarihli sayısında yayınlanmış makalesine, ayrıntıya girmeyen kısa bir cevap olsun.
ÖNCE: Sondan başlayalım: İkinci Mahmut denen ve tüm Osmanlı döneminin en acımasızı olarak kabul edilen Padişahın, kimlerin niyet ve amaçlarına uygun davrandığını anlamak için tarihçi ve/veya dâhî olmaya gerek yoktur. Emperyalizme hizmet etmiştir; üstelik de son tahlilde falan değil, ilk yaklaşımda ve tamamen planlı olarak
Sonuçlarının yarattığı manzaraya, Batı dünyasının yaklaşımı ile Çarlık Rusyasının hamlelerine bakarsanız, Fransızların bu ülke çapındaki katliama niçin hemen Événement heureux (İngilizcesi Auspicious Incident veya Fortunate Event yani Hayırlı Vaka (Vakai Hayriye) adını kondurdukları anlaşılır. Yalçın Küçük, Büyük Larousse Ansiklopedisine ve GenelKurmayın onyıllarca önce miadını doldurmuş Türk Tarihi külliyatına sıkıca bağlı kalıyor

17. yüzyılda yapılmış
bir Yeniçeri gravürü.
SONRA: Yeniçeri demek, tek başına örgüt demektir. Kıyaslamak gerekirse, bir Yeniçeri günümüzdeki bir komando yüzbaşısına tekabül eder; gravür bunu belirlemiş görünüyor
Zaten bu nedenle 2. Viyana Seferi sırasında içeri sızan ve orada kalan Yeniçerilerden bir kısmı kuzey Avrupaya kadar ulaşabilmiş, üstelik de nesillerini sürdürebilmişlerdir. (Taa oralarda Türk adiyle köyler saptanmıştır). Dolayısiyle, Yeniçerilerin kayıtlara geçen ölü sayısı sanıldığı veya söylenegeldiği gibi 20.000 idiyse, bunu en azından 20 bin komando çavuşu olarak düşünmek lâzımdır. Oysa bu katliam sürecinde savaşamayacak duruma gelenler ile Yeniçerileri destekleyen ve saklayanların yanısıra Bektaşi Ocağı mensuplariyle birlikte rakamın birkaç yıl içinde 100.000i aştığı zannediliyor. Kaçanların büyük kısmı Anadolu, Rumeli ve meselâ Girit gibi adalarda yaşayarak günümüze kadar gelmiştir. Meselâ, Sabancıların bir köylüsünün 1950li yıllarda yayınladığı bir kitabında, dededen ötesi bilinmeyen bu ünlü ailenin, aslında bölgeye saklanan bir Yeniçeriden türediği yazıyordu. (Ne yazık ki doğruluğunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz diye düşünüyorum).
Sadece Bektaşî Ocağı değil, ona paralel olan bir çok entelektüel örgütlenme ve meselâ ünlü bir aydınlar kulübü olan Beşiktaş Cemiyeti de o süreçte kapatılmıştır. (Beşiktaşta bir gelenek var!). Aslında padişahın temsil ettiği sistemin saldırısı, doğrudan doğruya dönemin yeni yeni oluşan aydınlarına yöneliktir
Ardından,―aynı Nizâm-ı Cedid kuruluşunda olduğu gibi―Fransız teknolojisinin desteği, Prusya komutanlığının denetiminde yapılandırılacak olan Âsâkir-i Mansure-i Muhammediye adlı ordu ise Osmanlının sonu olacaktır. Yalçın Küçük bu hususta, Prof Mümtazer Türköne ile aynı safta duruyor
Üstelik Ergenekon ve Balyoz davaları sırasında―mevcut Türk ordusunu, padişah değiştiren, vezir kellesi alan, yani siyasete doğrudan müdahale eden Yeniçerilere benzeterek―aslında bize bir Muhammediyye ordusu lâzım diyen işte bu Türköneydi. (Bu adam da soyadını niye değiştirmez, akıl-sır ermiyor). Dolayısiyle, Türkönenin bu bilinçli tarzına karşılık Yalçın Küçük altta kalıyor. Yani, günümüzde uygulanan orduyu bitirme operasyonunun, 2. Mahmudun o rezilliğiyle aynı şey olduğunun farkında bile değil
DAHA SONRA: Yeniçerilerin, daha Kanuni zamanında tedbiri alınması gereken teknolojik zaafiyetinin, 200 yıl içinde Batı emperyalizminin ordulariyle arasında derin farklılıklar (uçurumlar) doğurduğu herkesin malûmudur. Artık 19. yüzyıl başında Fransa, Almanya, İngiltere, teknolojide birbiriyle yarışmakta, henüz kömür bile çıkaramayan, dolayısiyle de demir-çelik sanayii olmayan Osmanlı ülkesi nal toplamaktadır. Zaten, bundan sonra yapılan tüm savaşların neredeyse yenilgiyle sonuçlanması bu yüzdendir. Ülkeye davet edilen Prusyalı generaller, burada okuma-yazma bilenler büyük adam yerine konmakta demektedirler. Her türden cehalet diz boyudur; değil strateji uzmanları ve/veya taktisyenler, orduda harita/plan okumayı ve çizmeyi bilen adam dahi yoktur. Üstelik 2. Mahmudun dönemi, ulus devlet kavramının zirve yaptığı, dolayısiyle de Balkanlardaki toprakların kaybedilmesi şeklinde sonuçlanacak olan bir sürece işaret eder. Yalçın Küçük, Batı dünyası hesabına kaydedilen bukadar avantajı görmezden geliyor; üstelik padişahları şahsiyet, kararlarını bağımsız farzediyor. Bunalmış olmalıdır
EN SONRA:
1. Büyük, köklü Türk ailelerinin sıfırlanarak Osmanoğlunun tek aile halinde kalması sürecini Fatih başlatmıştı
Kanuni dönemine kadar nüfuzunu kurtarmayı beceren Istanbul Bektaşiliğinin, 1600lerden itibaren Anadoluyla tarihî irtibatını zayıflattığı görülüyor. Yine de Istanbul Bektaşiliği 19. yüzyıla kadar bağımsız Türk aileleri olma özelliğini koruyor. Ama zaten bu imkânını da sadece Yeniçeri Ocağı vasıtasiyle sürdürmektedir; en azından, Bektaşiliğin 19. yüzyıla doğru yeniden kazandığı üstünlük sayesinde
Mahmudun orduyu iptal etme operasyonu, Fransa-Prusya-Venedik-Ceneviz-Galata Bankerleri arasındaki bir konsensus yoluyla, İngilterenin hayırhah tavrı sonucunda başlamış olmalıdır. (İhtimâlî söylüyorum, çünkü bu operasyonda Batı yönetimlerinin, istihbaratlarının rolü hâlâ karanlıktadır).
Önceki padişahların Yeniçerilere dikiş tutturamamaları dikkate alınarak, daha veliahdlığından itibaren iyi forme edilmiş 2. Mahmudun olaya angaje edilmesi çok kolay olmuştur. Her nedense âdil ünvanı da almış olan bu Mahmudun Osmanoğlu Ailesinin bir ferdi olarak yaptığı iş, yabancı mali destekle yerli ordu kurma garâbetinin taçlandırılmış örneğidir. Bu anlamda kendisine ilk NATOcu diyebiliriz
Yazılarında Fransızca-İngilizce sözcükleri Türkçelerle yarıştıran Yalçın Küçük, Aydınlanma Felsefesinin düalist labirentlerinde fazlaca vakit harcadığı için olsa gerek, bu felsefenin bir ayağiyle yolaçtığı emperyalist egemenlik olgusunu göremiyor. Üstelik 19. yüzyılda memleket arazileri satılmaya, daha sonra Çini uyutacak olan afyon, Anadolu toprağında ekilmeye başlanmıştır, başlanacaktır. Dikkat lâzım
2. Bugünkü Sultanahmet Meydanında şeriat isteriz! diye ayaklanan Yeniçerilerin, Osmanlı da kimmiş; Konyadan bir sultan getiririze kadar varan haykırışları, Mahmudu hareketlendirmiştir. Sarayda yaptığı son büyük toplantıda Mevlevîlerin tarafsız kalmasına rağmen Nakşibendî şeyhinin duyarız ki dergâhlarında içki içilirmiş şeklindeki onayı, diğer şeyhlerin yanısıra fetvâ sayılmıştır. Bilindiği gibi Sancak-ı Şerifin de açıldığı bu büyük operasyon 1826 yılındadır. Yalçın Küçük, Yeniçerilerin o günkü şeriat talebinin töreye, yasalara, yani en başa dönme isteği olduğunu yeni nesillere unutturmak ister gibi uğraşıyor. Bu sloganı, bugünkü şeriat özlemcilerinin vâveylâsiyle karıştırıyor: Resmî tarihe uygundur ama, Küçük açısından vahimdir!..
3. Onsekizinci yüzyıl sonlarındaki Bektaşi hareketliliğinin Osmanlıya karşı bir devrim organizasyonu olduğunu İngiliz araştırmacı Hasluck söylemiştir
Bu da demektir ki, en azından Bektaşilik, gerici Osmanlı yönetimine karşı bir direniş merkeziydi. Nitekim her zaman da öyle olmuştur; Yalçın Küçükün bunu bilmesi lâzım gelir. (Üstelik meselâ Voltairein yanında kısa bir süre de olsa Bektaşi Ahmed Efendi adlı bir şahsın bulunduğu da bir yerlerde kayda geçmiştir). Nitekim gerek JönTürklerle, gerekse dönemin ilerici Masonlariyle ilişki kuranlar Bektaşidirler; ki, tersi de doğrudur
Yalçın Küçükün, Niyazi Berkese ait―ismine itirazım olan―Türkiyede Çağdaşlaşma adlı kitabını (hatta 1973teki ilk baskısının 137-142. sayfaları arasını) okumadığını sanmam, inanmam. Orada yazıyor; bütün Bektaşi mülkü Nakşibendî ve Mevlevî dergâhı arasında paylaştırıldı diye. Zaten buna benzer bir olayın tarihteki tek örneği de Fransadandır: Tapınak Şövalyelerinin katledilmesinden sonra onlara ait mülkün tamamı, (ki bugünkü rakamlarla trilyon eder), Hospitalier (Yardımseverler) Tarikatına verilmişti. Yalçın Küçük, o kitaptaki nötr alıntıların işine geldiği taraflarını edinmiş görünüyor; ki, usule uygun değildir
VE SONUÇ:
Daha da vahimi, 1826 katliamından sonra illegaliteye çekilen Bektaşi büyüklerinin ve dostlarının aslında daha sonra Tanzimatı da oluşturacak ilerici kadrolar içinde yeraldığını görmüyor, tam tersine Tanzimatı 2. Mahmuda bağlıyor olmasıdır; ki bu bir tarih katliamıdır!.. Ahmet Yesevî töresinden kaynaklanarak Anadolu Türklüğünü biçimlendirmiş bir Bektaşi Tarikatından (töresinden) sözediyorsak, onun―sadece Alevileri değil―tüm Anadolu ve Rumeli Türklerini kapsayan bir ruha tekabül ettiğini unutmak yakışık almaz. Yalçın Küçük, ezildikçe çirkefleşen Osmanlı Ailesinin Abdülhamidin dedesi bir kıyıcı Mahmuduna râm olmuş. Onu, ordusunu yeniden varetmiş bir antiemperyalist Mustafa Kemalle kıyaslıyor; akıllara ziyandır
O Mustafa Kemal ki, hem gençliğinde kıyafet balosuna Yeniçeri olarak gitmiş (üstelik fotoğraf da çektirmiş) ve hem de o Mahmudun Sultanahmetteki türbesinin önünden geçen yola Yeniçeriler Caddesi adını vermiştir
(Nerede, kimde vardı böylesine bilinçli bir tutarlılık?..)
En kısa zamanda zindanlardan kurtulmasını yürekten dilediğim Yalçın Küçüke, bu yanlış(lar)ını düzeltme fırsatı nasip olsun

Yıl 1913; Sofyada ataşemiliter,
yani bir çeşit sürgün.
Ama adam durmuyor
KONU DIŞI BİR NOT: Doğu Perinçek bize yepyeni bir terim hediye etti; NATOTürkçü diye. Yıllardır Amerikancı-Atatürkçüler şeklinde yırtınarak tarif etmeye çalıştığım bu statüyü, bu kadar kısa ve açık bir formülle verdiği için ona borçluyuz; kendi adıma teşekkür ediyorum.
ETİKETLER : Yazdır
Yorumlar
Yorumlar, editörlerimiz tarafından onaylandıktan sonra yayınlanır. Kanunlara aykırı, konuyla ilgisi olmayan, küfür içeren yorumlar onaylanmamaktadır.
Henüz bir yorum yapılmamış








