
Bülten-14: Ergenekon(?) Ayıbı veya Rezaleti Üzerine bir Deneme?
18 Eylül 2011 15:34:02
BİRİNCİ BÖLÜM
Dünya’daki bellibaşlı kavimlerin tarihî veya tarihöncesi dönemlerden bugüne taşıdığı efsanelerinden oluşmuş destanları vardır. Yani, tarihe malolmuş ama izleri de sürülebilen kavimlere ait olanlar dahil, geçmişinde medeniyet izleri taşıyan bugünkü Dünya halklarının mutlaka en-eski zamanlardan bugüne taşıdığı “destan”ları vardır. Bilindiği gibi destanlar, efsanelerin, söylencelerin gerçeklerle içiçe geçtiği, bir yandan doğaüstü canlıları ve olayları resmederken bir yandan da tarihî ve coğrafî işaretler taşıyan, ama mutlaka içinde yeralması gereken kahramanların olağanüstü bir coşku ve törensel ifadelerle yeniden ve yeniden övüldüğü şiirsel anlatımlardır. Bunlar, önce söylenceler yoluyla nesilden nesile aktarılmış, bu aktarımlar sürecinde eklemelere, çıkarımlara uğrayarak değişmiş ve gelişmiş kahramanlık ve bilgelik söylenceleridir. Çok daha sonraki dönemlerde biri(leri) bu anlatıları derleyip toplayarak—genellikle o destanların ait olduğu d
ilde—yazıya döker. Nitekim, bilinen en eski destan olan Gılgameş (veya Sümer dilinde Bilgameş) de Milâttan Önce 2500 yıllarında Irak-Kuveyt civarında yaşadığı varsayılan bir krala aittir ama çok daha sonraları, yani ancak 700’lü yıllarda Akkad dilinde yazıya döküldüğü anlaşılmaktadır.
(Yanda, destana ait bir tablet).
Kronolojik sıraya bakılırsa Gılgameş’in ardından Hind ve Yunan destanları gelir. Hindistan’ın Ramayana ve Muhabarata’sı, Yunanlıların İlyada’sı, İran’ın Şehname’si, Almanların Nibelungenlid’i, Fransızların Şanson dö Rolan’ı, Finlilerin Kalevala’sı, İspanyolların El Sid’i, İngilizlerin Bövulf’u vardır. Yazıya geç döküldüğü varsayılan veya daha önceki—bütünlüklü—versiyonları henüz bulunamayan Türk destanları, yukarıda saydığım Avrupalı destanların bazılarından çok daha önce, bazılariyle aynı dönemde dillendirilmiştir. Türklerin nasıl türeyerek ortaya çıkıp da Asya bozkırlarında egemen olduklarını anlatan Ergenekon (veya “?kun”) ise en can alıcı, en fazla bilinen ve demircilikle ilgili kısmı tarihsel gerçeklere en fazla uyan destandır.
Şüphesiz ki Dünya’da kök salmış kavimlere ait en güçlü efsanelerin doğurduğu destanlar arasında Türklere ait olanlar özel ve çok hacimli bir yer tutar. Sayılarının 1000 civarında olduğu tahmin edilen—Moğollarla da paylaştığımız—bu destanlar, gerçeklerle de karışarak bugüne kadar yaşamıştır. Her nekadar ünlü Batılı tarihçiler tarafından hüsnü kabul görüyorsa da, egemen emperyalist merkezler Türklere ait destanların sadece sıradan halka değil, kendi okur-yazarlarına bile yansıtılmaması için büyük gayret sarfetmektedir. (Bu konuda internetten Wikipedia.Org sitesinin ilgili maddesine bakılabilir).
Oysa Batı dünyası kendi destanlarını Avrupa’ya ait “kültür mirası” arasında baş köşede oturturlar. Siyasî düşünce farklılıklarına rağmen herkes tarafından sessiz bir saygiyle karşılanan destanları, “Batı Medeniyeti” adını verdikleri üstünlüklerine temel kaynak olarak kabul edilir. Okadar ki, az önce sözünü ettiğim Gılgameş (veya Bilgameş), Batı Avrupa ve ABD aydınları tarafından “Batı kültürüne ait” bir eser olarak kabul edilir. Yani Batı dünyası tarihinin kökenini Orta Doğu’da yeralan Mezopotamya’ya bağlamıştır... [Bkz. “Batı’nın Kaynakları”; Mark A. Kishlansky; Açılım Kitap, 1. Cilt; 2009, Istanbul.] Bir başka yazının konusu olsa da söylemeden geçmeyeyim: Batı Düşüncesi’nin silâhlı muhafızı ABD, işte bu nedenle Orta Doğu’da rahatça hak iddia etmektedir ve neredeyse antik Dünya tarihinin bir formülasyonu olan Bağdat Müzesi’ni bu nedenle adamlarına soydurmaktadır…
Maalesef bizde ise gerçek (belgeli) kahramanlık olayları kadar destanlar da “milliyetçilik” meselesine bağlanmış durumda. Zaman içinde sadece Tükçülerin ve/veya—meselâ MHP gibi—milliyetçilik iddiasındaki örgütlerin inisiyatifine terkedilmiştir. (Aynı, din meselesinin diyanetçi memurların hamiyetine(?) bırakılması gibi). Dolayısiyle de cumhuriyet sürecinde kültürel bir çatlama meydana gelmiştir: Başta CHP olmak üzere solcular, ateistler ve libareller, tarih ile dini ve ucu metafiziğe açık tüm konuları sağcılar, milliyetçiler ve dincilerin tekeline bıraktı. Onlar da Batılılardan aldıkları komaca akılla bu konuları evirip çevirerek İslâmî veya Türkî bir tarih yaratmakta gecikmediler…
Ne var ki şerefsizliğin diz boyu olduğu son dönemlerde durum değişti: Türkiyeyi dolandıran Hıristiyan emperyalistlerin Müslüman işbirlikçisi ve alenen gerici olan bazı profesör ünvanlı kalem erbâbı ters döndü ve destanların uydurma, hayal mahsulü, safsata falan olduğunu söylemeye başladı. Bu işbirlikçilerin başında, 2008 yılında ölen büyük atom âlimi(!) Prof Dr. Ahmet Yüksel Özemre gelmektedir. Özemre, öncelikle “bilim nass’ları aşamaz!” (yani bilim, tanrısal kuralların üzerinde bir gelişme sağlayamaz) şeklindeki sözleriyle tanınır. Rahmetli hem çok sıkı bir Müslümandı, hem de 1986’daki Çernobil olayı döneminde Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun başkanıydı. Ama dönemin iktidarlarına yaranmak için “tüm gıdalar radyasyon bakımından tamamen güvenlidir” yalanını söylemekte bir beis görmedi. Tam 18 yıl sonra—2004’te ise—binbir kıvırtma ile Edirne’de, Büyükçekmece ve Halkalı’da radyasyon serpintisi olduğunu kabul edecektir… [Bkz. Posta Gazetesi; 1 Mayıs 2004, Cumartesi; 15. sayfa.]
Diğeri ise, bir zamanlar Tansu Çiller’e danışmanlık yapan ama bir süre de İlber Ortaylı Hoca’yla takılmayı beceren Prof Dr Mümtaz’er Türköne’dir... Onun dehâsını anlamak pek mümkün olmamakla beraber şu sıralarda—soyadını değiştirmeksizin—ortaya koyduğu çabalar ve Tv ekranlarındaki performansı takdire şâyandır... Son seçimlerde AKP’den adaylığını koymuş ama parti merkezi tarafından kabul görmemiştir… Mevcut Türk ordusunu Yeniçerilere benzeterek “bize Nizam-ı Cedit ordusu lâzım” şeklindeki ünlü ifadesiyle hiç şüphesiz ki o da “En Büyük Türk Büyükleri” listesinde yerini almıştır. Bu iki mümtaz şahsiyetin Ergenekon hakkındaki fikrini merak edenler, internette Ergenekon maddesini kurcalasınlar: Birinin “Ergenekon’u bir Yahudi yazmıştır” şeklindeki büyük keşfini, diğerinin ise “Ergenekon efsanesi Türklerin Moğollardan yürüttüğü bir safsatadır” dediğini okuyacaklardır.
Soldaki fotoğraf Ahmet Yüksel Özemre’ye ait…

ETİKETLER : Yazdır
Ahmet Yüksel Özemre kadar vatanını seven birsini hiç görmedim. Petrol şirketlerinin uşakları nükleer enerjiyi kötü bilebilir, zaman cahillere cevabını verecektir.
- s.
- 1








