"Tarih 13 Aralık 2012, DUVARLARIN DİBİNDEYİZ.."

Yeni Ufuk yazarından usta kalem Cumhur Aksel, Silivri ziyaretini değerlendirdi.. Aksel'in Silivri ziyaretini yorumsuz siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz: Cumhur Aksel bildiriyor..

Abone Ol

Yeni Ufuk yazarından usta kalem Cumhur Aksel, Silivri ziyaretini değerlendirdi..

 

Aksel'in Silivri ziyaretini yorumsuz siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz:

 

Cumhur Aksel bildiriyor..

 

 

Saat 22.00’de yola koyulduk… Ülkeyi açık cezaevine çeviren gerici bir hareketin vardığı en büyük sonucu göreceğim. Buna karşı koyan insanlarla birlikte olmak ne demektir, onu hatırlayacağım… Donanımım hiç uygun ve yeterli değil ama, bir başka maksadım da biraz gazetecilik yapmak. (Yoksa “oynamak” mı demeliydim?)… Orada toplanacak olan insanlara dair okuyucuya pek sözedilmeyen kısmını, yani henüz zifirî karanlıkken, sabah ezanı bile okunmadan önceki safhayı anlatmak niyetindeyim. Gerisini, yani otoyolu neredeyse karşılıklı olarak trafiğe kapatan otobüs konvoylarını, caddelerden akarak gelen binlerce insanın yarattığı seli zaten biliyorsunuz… Ayrıca hamaset yapacak da değilim; ben değil,?iyi-kötü her neyse?çekebildiğim fotoğraflar konuşacak…

 

7.5 saati aşkın hızlı bir yolculuktan sonra “Silivri Ceza İnfaz Kurumu” denilen nizamiyeli, kampüslü ve de camili devâsa bir yerleşim yerine 05.50’de ulaştık. Jandarma astsubayı büyük bir nezaketle, “kusura bakmayın; arabaları içeri alamıyoruz; maalesef sizi biraz yürüteceğiz” diyerek bizi indirdi. Hemen gördük ki, TC Devleti vatandaşın adliye hizmetlerinde bir aksama olmaması için elinden geleni sarfediyor… Kale gibi görüntüsüyle yepyeni bir duruşma salonunun inşası neredeyse bitmiş gibi; vatandaşa kollarını açmış, “gel” diyor… [Fotoğrafta, Osmanlı geleneğinde sadrazamlara veya padişah vâlidelerine mahsus kabul edilen “çifte minare”li camii görüyorsunuz. (Artık tek minare AKP’nin görgüsüz yetkililerini kesmediğ için, KOBİ’lere çifte minare inşa ettiriyorlar).]
 
 
 
Herhangi bir örgüte üye olmayan benim gibi ricacı bir ihtiyarı yanlarına alarak Silivri’ye getiren Atatürkçü Düşünce Derneği Ayvalık şubesi grubuyla birlikte toplanma merkezine doğru yürüdük. Yol, sizi doğrudan doğruya camiin önüne götürüyor; sola kıvrıldığınız zaman büyük çadırın bulunduğu mahalle geliyorsunuz. Burada kurulu barakada sürekli kalan (bölgeyi bekleyen)?benim ifademle?adanmışlar var; onlara akıl-sır ermediğini düşünüyorum. Benim gibi sadece bir gün için bu yollara düşme fedakârlığına kalkışanlar onlara sürekli borçlu kalıyor ve giderek de borçlanıyor…
Çadırın hemen karşısındaki prefabrik yapıdan sürekli anons yapılıyor: “Hoşgeldiniz Ayvalık, Burhaniye…”; “satıcı arkadaşlar lütfen yolu kapamayalım!”; (ama yarım saat sonra sırım gibi bir kadın satıcılara, yüksek bir irâdeden kaynaklandığı hemen anlaşılan bir öfkeyle müdahale ediyor, “burası pazaryeri değil; hemen çıkıyorsunuz, hemen!”). Diğer yandan da anons hiç durmadan devam ediyor ve  “Almanya hoşgeldiniz” denince kalabalığı yararak gidip “Almanya dediğiniz, Berlin olmasın?” diye soruyorum. Hani, ilk gençlik arkadaşım ve şimdi ADD Berlin şubesi başkanı Olcay da gelmiş olabilir diye; bilemiyorlar… “Eskişehir gelmiş bulunuyor arkadaşlar” anonsundan sonra “Siz de hoşgeldiniz Zonguldak…” denince kulaklarıma inanamıyorum ama o kalabalıkta, o karanlıkta, benim gözlerimle kimseyi görmek mümkün değil. Oysa daha geçenlerde, Alaplı’da evlerine misafir olduğum insanlar da oradaymış... 
 
 
Hemen yakında gördüğüm Atatürk’e ait, “Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar” şeklindeki sözleri görüntülerken, “Milletlerin esâreti” olması gerekirdi diye düşünüyorum… (Günümüz koşullarında esâret kavramını artık insanlarımız, gençlerimiz bilmeli, ezberlemeli diye kendikendime söyleniyorum…) O esnada sabah ezanı okunmaya başlıyor. Müezzinin sesi inanılır gibi değil; tam makâmınca yani… Özel olarak getirilmiş olmalı diyorum kendikendime. Darısı bizim gibi akordsuz seslerle uğraşmak zorunda kalanların başına… Az sonra birkaç jandarma yumuşak bir şekilde kalabalığın arasından geçerek anons yerine doğru geliyor ve sonra dönüyor. Ardından yapılan anonsta, özel otomobillerin içeri girebileceği ve (…) ile (…) güzergâhları arasına park edebilecekleri duyurusu yapılıyor. Jandarma, ziyaretçilerin arasında dolaşıyor, trafiği ayarlıyor; ama daha sonra ortaya çıkacak olan ‘robocop’lar ayrı…
Anons devam ediyor: “Arkadaşlar, duruşmaya önce aileler, yakınlar girecek!.. Lütfen şartları zorlamayalım!..” “Herhalde öyle olmalı” diye mırıldanırken, birdenbire hiç bukadar kadını birarada görmediğimi farkediyorum. İnanır mısınız; neredeyse erkek nüfusun yarısından fazlası… [NOT: Büyüklerimiz, “içinde kadınların yeraldığı her hareket başarır!” derlerdi. Hatta son dönemlerin PKK’sı için de, Cemaatçi hareketler için de aynı şey söyleniyor…] Nasıl etsem de bu durumu saptasam diye karanlıkta etrafıma bakınıyorum; ama aynı zamanda, doğuştan gazeteci olmayanlara kesilen cezayla mahkûm oluyorum: İnternetten aldığım 95 liralık fotoğraf makinasına koyduğum bayat piller bitiyor ve çektiğim bu son kareyle ortada kalıyorum… 
 
 
Gün ışırken devreye cep telefonu, yani onun kamerası giriyor… Zifîri karanlıkta göremediğim alanları artık tanıyabiliyorum. Hemen, barakayı ve çadırı da çerçeveye almaya çalışıyorum; ama öncelikle maksadım, “ÖZEL GÖREVLİ MAHKEMELER KALDIRILSIN!”; “İNFAZA DÖNÜŞEN TUTUKLULUĞA SON!” ve “YURTSEVERLER SERBEST BIRAKILSIN!” sloganlarının yeraldığı bölümü saptamak.
 
Gün ışıdı ama Trakya’nın askerlikten sonra unuttuğum ayazı da beni titretmeye başladı… Bir başka yanlış hesap: Ayvalık’a göre giyinmiş, hatta elime alırım diye düşündüğüm cici parkaya fazlaca güvenmiş olduğumu anlıyorum. Ama, benim neyi anladığımı umursamayan anons, “duruşma salonu önünde toplanalım!” diyor. İşçi Partililer, ADD’liler, Türkiye Gençlik Birliği, CHP’liler ve benim gibilerle birlikte hareket ediyoruz. İnsanda düşünce durmuyor: Bu safhada, içeride milletvekilleri de bulunan MHP’nin burada yeralmamasını anlamak mümkün. Onlar, NATO ordusu Türkiye’yi işgale başladığında sınanacak!.. Ama TKP nerede?.. Ortada gözükmek için yolları başkalarının temizlemesini mi bekliyorlar; yoksa 19. yüzyılın Alman sosyal demokratları gibi kapitalizmin iyice yükselip de yerini sosyalizme bırakacağı aşamayı mı?... (Neyse, bunlar bir başka yazının konusu…)
Hava tamamiyle aydınlanınca, gece karanlığında bana çok kalabalıkmış gibi görünen kitlenin henüz 10 bin kişi bile olmadığını görüyorum. Ama salona doğru giderken otoban girişi tüm çıplaklığiyle gözler önünde duruyor: Manzara, onlarca otobüsün?trafiği tümüyle kapatmamak için?ağır ağır yolun solunda ve sağında park etmeye çalıştığını gösteriyor… Yüzlerce insan aşağıdan yukarıya doğru, bazen de sloganlar eşliğinde ilerliyor… Ben gelenleri izlerken, hemen arkamda TGB’li gençler patlıyor. Onların haykırdığı “Ne ABD, ne AB; tam bağımsız Türkiye!” sloganına cânı gönülden iştirak ediyorum… 
Saat 07.21; duruşma salonuna yaklaştık, yaklaşıyoruz…
 
 
 
 
 

 


Haber : 

Abone Ol