
“GREV” ÜZERİNE…
02 Ekim 2025 21:55:27
İktisatçı-yazar Ege Cansen Sözcü’deki köşesinde grev başlıklı bir yazı yayınladı ( 2 Ekim-2025).
Cansen, kapitalizmin kurucusu sayılan Adam Smith’in günümüz Türkiye’sindeki en önemli ardıllarından birisi olarak bilinir. Ezber bozan yazıları ile kapitalist iktisatçılara sık sık lâf sokan bir yazardır. Yazıları iktisatın karanlık dehlizlerini herkesin anlayabileceği bir dille aydınlatır. Bu yüzden, bakış açısına tamamen ters bir durakta olduğum halde O’nun yazılarını hiç kaçırmam, severek okurum.
Cansen, Grev başlıklı yazısında hem kendisini bir yönüyle tanıtıyor ve hem de grev hakkındaki düşüncesini şöyle açıklıyor:
“Çalışma hayatımın 1961-1980 yılları arasındaki bölümünde “Toplu Pazarlık-Toplu Sözleşme” süreçlerinde birçok kez işveren temsilcisi olarak rol aldım. Hep uzlaşmacı bir politika izledim. Çünkü her grevi “hem işçiler hem de işveren” için bir başarısızlık olarak gördüm. Bugün de aynı kanıdayım ve gazetelerde çıkan grev haberlerini üzüntüyle izliyorum. Grev davul zurna eşliğinde halay çekerek kutlanacak bir eylem değildir. Teoride grev bireysel pazarlık gücü düşük işçilerin, ücret tespitinde işveren karşına “kollektif” (toplu) olarak çıkmalarına imkan sağlayan sistemin yaptırım aletidir”.
Yazısının girişinden de anlaşılacağı üzere, Cansen grevlere karşı, onları hem işçiler ve hem de işverenler için zararlı buluyor.
Cansen’e göre büyük işverenler “tekel kârı”nı işçilere bölüştürerek sorunu ya da işçilerin daha çok ücret taleplerini çözdüklerini söylüyor. Bu şekilde greve gerek kalmıyor.
Tekel kârı olmayan rekabet gücü düşük işverenler ise bunu yapamıyor, grevler de buralarda çıkıyor zaten. Şu var ki işverenler grev baskısıyla artan işçi ücretlerini kârlarından karşılamıyorlar, fiyatlara yansıtıp halka plaseliyorlar…
Bu durumda demeye getiriyor ki Cansen, greve ne gerek var ? Fiyat artışları grevle alınanları öteki çepten çekiyor…
Cansen’in bu yaklaşımı, esas işlevi toplu pazarlık masalarında işçileri temsil etmek olan sendikalar da gereksizleştiriyor haliyle.
Cansen, yazısında, neden gerekli gördüyse sosyalist (komünist) sendikacılığa da sarkıyor, bu tip sendikacılığın siyasi içeriği de olduğunu, solcuların kapitalizmi tasfiye etmek için grevler yoluyla onu yıpratmaya çalıştıklarını söylüyor.
Cansen’in bu yaklaşımı çok klasik/banal bir yaklaşımdır. Kapitalizmin demokratize olmasından ve işçi haklarına grev yaptırımının yasal olarak girmesinden bu yana aynı terane seslendirilir. En basit hak arama mücadeleleri bile sol politikanın temel amacı ile bağdaştırılıp tu kaka edilir.
Oysa grevler demokrasiyle yönetilen ülkelerde bir “hak”tır. Sosyalist olmayan sendikalar da bu haktan yararlanır. Ancak onlar bile çoğu kez sola hizmet etmekle suçlanırlar. Esas amaç işçi haklarını gaspetmektir. Grevlerin değişik biçimlerde engellenmesinin aslında politik değil, doğrudan ekonomik bir gerekçesi vardır. Ücret artışları işçi maliyetini yükselteceği için dolaylı şekilde fiyatları da tetikler. Çünkü Cansen’in de kabul ettiği gibi, ücret artısını kapitalist kârından karşılamaz, halka plase eder…
Cansen yazısının sonunda işçilere bir de ABD’den şu örneği vererek sopa da gösteriyor:
Militan sendikacılığa “emek tekelciliği” olarak bakan Amerika, “fiyat mekanizmasını bozan” grevleri önlemek için “greve çıkan işçilerin yerine işverenlerin yeni işçi almalarını” yasalaştırdı.
Cansen, her zamanki gibi yazısını şöyle bir “son söz”le (!) bitiriyor.
“İşsizler greve çıkamaz.”
Şöyle bağlayacağım:
Cansen düpedüz işçi düşmanlığı yapıyor. Böyle bir yazının emeğe saygılı bir gazete olarak bildiğimiz Sözcü’de yayınlanması ayrıca dikkate değer bir olaydır.
Yazar özgürlüğü desek… Düşünce özgürlüğü desek…
Bunlar düşmanlık kavramı ile örtüşmez. Özgürlük, düşmanlığı ele
diği için özgürlüktür !..
ETİKETLER : Yazdır







